2016 yılı Türk sinemasında film üretim rakamları açısından rekorla geçti. Tam 139 yeni yerli yapım film bu yıl vizyonda yerini aldı. Fakat vizyona giren film sayısına bakınca izleyiciden beklenen rekor gelmedi tabi. Elbette 2016 yılı Türkiye oldukça hareketli ve çokça da üzüldüğümüz bir yıldı. Böylesi bir yılda rekorların gelmesini beklemek de haksızlık olur. Fakat sinema izleyicisindeki artışın en azından yukarı yönlü bir grafik sergilemesi gerekirdi. Film üretiminde yakaladığımız artıyı salonlarda yakalayamıyorsak şapkaları bir kez daha öne koyup düşünmenin vakti gelmiş demektir.
Türkiye’de üretilen filmlerin büyük çoğunluğu ekranlarda gördüğümüz parodilerin filmleştirilmesi gibi. Yani yerli üretimde kaliteli film görmek oldukça zor. Doğru tanıtılmamış filmler, dağıtımcının gazabına uğramış filmler, yıldız isimlerin oynamadığı filmler diye sebepler uzayıp gidiyor. Ama bir gerçek bu ülkenin sinema sanatçıları için değişmiyor. Bu ülkede film yapmak ve filmini izleyiciyle sinema salonlarında buluşturmak oldukça zahmetli bir iş.
Artık evlerimizde bulunan dev ekranlar ve sinema platformları da vizyona giren bir filmi birkaç ay sonra izlememize olanak sağlıyor. Bu oldukça yüksek maliyetleri olan AVM sinemaları yerine biraz bekleyip evdeki konforla filmi izlememize olanak sağlıyor. Bu elbette sinema salonlarındaki düşüş için bir sebep ama aynı zamanda filmlerin izleyiciyle buluşması içinde büyük bir olanak.
Bu anlamada filmlerin izleyiciyle buluşması adına yıllardır yazdığım pek çok yazıda dijital platformların önemine ve gelişmesine, bunun korsan film izlemenin önüne geçip sinemacılar için yeni bir alan oluşturacağına dikkat çekmeye çalıştım. Aslında fikrim halen bu yönde. İzleyici dijital platformlarla pek çok filmi çok daha uygun fiyata evinde izleyebilir. Bu filmlerin izlenme oranlarını artırır ve sinemacılar içinde yeni bir fon oluşmuş olur. Bu platformlarda filmlerin satın alınıp izlenmesini de gişe hasılatlarına gelecek yıllarda dâhil etmeye başlayabiliriz.
Fakat Türkiye pek çok alanda olduğu gibi dijital platformlar konusunda da oldukça sıkıntılı. Zira dijital platformların oldukça kötü hizmet veriyor olmalarının yanında bir çeşit vahşi kapitalizm mantığıyla da müşterilerine ‘artık düş yakamızdan’ dedirtiyor. Ve bu sistemsizlik ve müşteriyi yolma mantığıyla da sinema adına buradan bir gelişme beklemek mümkün değil gibi. Zira dijital platformlardan bezmiş insanlarla dolu bir ülkeyiz.
Bu konudaki en güzel örnek benim. Daha çok sinemadan bahsetmek isterdim ama bu noktadan sonra Türkiye’de benim gibi pek çok insanın canını yakan bir durumdan bahsedeceğim. Bundan 3-4 yıl öncesine kadar evimde yaklaşık yedi yıl Digiturk kullandım. Sonra artık kurtulayım bu çileden diyerek kapattırdım. Ama ne kapatma süreci. 1990’ların Türkiye’si usulü bir bıktırmayla kapatıyorsun. Epey bir zaman ve zahmetle kapatmayı başardık. Sonrasında bitmeyen telefon tacizleri ve her güne yeni bir kampanya ile rahatsız edildim. Her seferinde sistemden çıkarın ve artık aramayın dememe rağmen ısrarla aradılar. Sonra bir gün telefonuma kart cihaz ve kumanda teslimi ile ilgili bir mesaj geldi. Ben bir kampanya bünyesinde üye olmuştum ve bu mesajı önemsemedim. Bir süre sonra gelen mesaj çok daha etkiliydi. Bir hukuk bürosundan gelen mesaj yarın evime haciz geleceğini ve 600 TL civarı bir bedeli ödememi söylüyordu. Hemen hukukçu arkadaşlarımla konuşup bunun nasıl olduğunu sordum. Sonrasında hukuk bürosunu arayıp birkaç kez görüşmeden sonra cihazı ve aksesuarları teslim ettiğim takdirde meselenin kapanacağını söylediler. Digiturk müşteri hizmetleriyle konuşmalarımız neticesinde istedikleri şeyleri teslim ettim. Şükür kurtulduk Digiturk belasından derken bir araç satış işlemi esnasında tekrar karşıma çıktı hakkımda açılan icra dosyası. Uzatmayayım, 304 TL ödeyip dosyayı kapattım. Dual Hukuk Bürosu denen bir yer bu işlemleri sürdürüyor.
Hukukçu arkadaşlarımı tekrar arayıp niye böyle oluyor dediğimde anlamadığım hukuksal terimlerle izah etmeye çalıştılar. Anladığım şey ise şu. Artık hukuk büroları insanları tehdit etmek için kurulmuş çağrı merkezlerine sahip. Ve hukuku arkalarına almış birer mafya gibi iş görüyorlar. O sayfalarca süren ve okumadığımız, okusak da bir şey anlamadığımız sözleşmeler günü geldiğinde canımızı yakmak için kurulmuş birer tuzaktan başkası değil. 304 TL için bir hukuk bürosu ya da Digiturk bununla uğraşır mı gibi düşünmeyin. Benim gibi 10 bin kişi olduğunda o para üç milyon lira civarı ediyor. Üç milyona yakın abonesi var Digiturk’ün. Varın siz düşünün kimden ne kopardıklarını…