Birkaç kişi bir yerde oturuyoruz diyelim.
Birisinin söylediği bir şeye cevap verirken o bilgiyi önce kafamızda filtreden geçiririz. İnsan beyni böyle, cevabı otomatik olarak üretir.
Bazen doğru görülmeyebilir bu durum…
Çünkü, “acaba yanlış anlaşılabilir mi” süzgecinden geçirilmemiştir.
Kızılacaksa da kızma hakkı vardır karşımızdaki insanın.
O durum olur olmaz kafamızda şimşekler çakar, nöronlar birbirine vurmaya başlar.
Sosyal medyadaki paylaşımlar da böyledir. Mesela Twitter…
Bu mecra bir durum karşısında zihnimizden geçenleri doğrudan yazdığımız bir yerdir.
Bir insanın zihnini okumak için makineye takmaya gerek yok. Twitter hesabı varsa o hesabın içeriğine bakmak yeterli olabilir; çoğu zaman… Çünkü yazılan şey filtre edilmeden yazılmıştır.
Twitter akışında bir şey dikkatimizi çeker. Adrenalinimiz yükselir ve o anda aklımıza ilk gelen ne ise onu yazarız.
Oysa Twitter’da paylaştığımız çoğu şey nörolojiktir.
Çünkü dijital dünyanın insana yüklediği stresle doğrudan ilgilidir. Stres yükü yüzünden beynimiz normal reaksiyonu dışında farklı bir efor sarfetmek zorunda kalabilir. Bu yeni yüke alışkın olmayan beyindeki bazı alanlar harekete geçer ve sonunda stres uzun sürebilir ve bağımlılığa yol açabilir. Bu bağımlılık ise beynin bağışıklık gücünü azaltır.
Eğer aklı, muhakeme gücü ve kontrolü olmasa idi, insan hayvana benzerdi. İnsan kontrol edebilen, sınırlama getirebilen bir varlıktır. Konuşurken bunu yapabiliyoruz. Düşünerek konuşabiliyor, karşımızdakini dinlerken bir filtrelemeden geçirebiliyoruz.
Ama Twitter beynimizdekini anında ve direkt yansıtır. Geriye doğru bakınca, “ben bunları nasıl yazmışım” diyebileceğimiz o kadar çok metin çıkar ki…
Bir yazı, bir fotoğraf veya bir yorum görürüz…
Hemen klavyeye sarılıp aklımıza ne gelirse yazarız. En ağır kelimeleri kullanırız, sonra da bunun pişmanlığını yaşarız.
Normalde aynı durum, aynı olgu veya aynı kişi hakkında aynı şeyi söylemeyiz. Söylesek de o dozda konuşmayız.
Birisi hakkında söyleyemeyeceğimiz şeyleri klavye arkasına gizlenip söyleyebilir hale gelmişsek burada ciddi bir sorun var demektir.
Dolayısıyla bu paylaşımlar insanın zihnindekileri ele verir.
Halbuki insan zihnindeki bazı bilgileri saklı tutar.
Küçük bir araştırma yapalım:
Sosyal medya dilinin giderek patolojik bir vakaya dönüştüğünü, saçma sapan bir hal aldığını göreceksiniz.
“Bin düşün, bir söyle”, “kişi dilinin altında gizlidir” sözleriyle kastedilen şeyi tekrar düşünelim.
Dilin keskin bir bıçak/kılıç olduğunu sosyal medya hesaplarındaki savruk, kontrolsüz ve bayağı paylaşımlara baktığımızda daha iyi anlıyoruz.
Doğu’da böyle de Batı’da nasıl?
Platon’un “Akıllı konuşur, çünkü söylemek istedikleri vardır. Aptal konuşur, çünkü kendini bir şeyler söylemek zorunda hisseder veya konuşmak mecburiyetinde olduğunu sanır” sözü buna çok iyi örnektir.
O yüzden, Goethe’nin de söylediği gibi…
Düşüncelerimizi tam ve uygun kelimelerle ifade edeceğiz. Yani yanlış tartılarla iş gören satıcıya benzemeyeceğiz.
Günceli, siyaseti, ekonomiyi, sanatı, edebiyatı ve en önemlisi düşünce hayatını böyle bir vasata indirgemiş toplumda…
Klavye dedikodusuyla hükümet kurup yıkmak…
Darbe yapıp devlete çökmek isteyen mankurtları iyi tanıyacağız.
Bu dil ve bu üslubun aynı zamanda ‘kul hakkı’ olduğunu da unutmayacağız.