İnsanların gelenekleri, alışkanlıkları ve meziyetleri ne kadar varsa devletlerin ve milletlerin de öyle ve o kadar var bence. Devlet geleneği denen bir şey var. Ve bu öyle “olsun” demekle olacak bir şey asla değil. Asırlara yayılmış ve damla damla birikmiş bir derya gibi. Düşünmeden, hatırlamaya gerek duymadan, beklemeden olan, refleks halinde ortaya çıkan haller bunlar. Bir şekilde hem zihne hem de gönüle yerleşmiş ve gerek duyulduğu zaman gayriihtiyari kendini gösteren hasletler. Hatta bence insanların karakterleri gibi devletlerin de karakterleri var ve bunu ilk kez söyleyenin ben olmadığımı da elbette biliyorum. Şahsiyetli devlet olmak diye bir kavram olmalı bence lügatimizde ve eğer devletleri bile ayıracaksak şahsiyetine ve haysiyetine göre ayırmalıyız.
Yaşadığımız bu topraklar pek çok devlet doğurdu. Kimi çok kısa kimi uzunca yıllar var oldu. Bazısının ismini bile yalnızca tarih kitaplarında bir kelime olarak görüyorken bazılarının ise ismini ne kadar silmek isteseler bile silemediler ve silemiyorlar. Kanaatime göre bu dahi şahsiyet meseledir. Var olmak içinse varlığınız belki öyle ya da böyle vardınız lakin var etmek ya da var olana saygı duymak içinse işte o zaman yok olmuyorsunuz. Şehirlere girince değil gönüllere girince devlet oluyorsunuz.
Yaşamak savaşmak değil mi zaten? Bence öyle. Yani bu savaş ya da bu mücadele yeni başlamış değil. Çok eski ve çok eskiden beri var. Bazıları bu dünyada öldürmek için vardır ve bazıları da yaşatmak için. Şükür, biz yaşatmak için yaşayanlardanız. En azından ecdadımız ve kültürümüz bize böyle söylüyor. Hem bu dediğim şahsi bir mesele de değil. Devlet mantığı da budur. Ve bu mantık için bu dava için de her vakit mücadele gerekmiş ve birileri çıkıp da o mücadelede sancağı en önde elinde tutmuşlardır. Şimdi de olan ve olması gereken bu. Gayret olmazsa nimet olmaz zira.
Bizim köklü ve çok asil bir devlet geleneğimiz ve kültürümüz var. Ve dediğim gibi bu öyle oldu demekle olacak ve var demekle bulunacak bir durum da değil. Biz ve bizim gibi olanlar asırlarca işte bunu yaptılar. Gönüllere girmeyi şehirlere girmeye tercih ettiler. Şehirler elden giderdi belki lakin gönüller Allah’ındı. Öyle inandılar. Ve işte onun için unutulmadılar. Devletlerin de şahsiyetleri vardır dedim ya, işte tam da böyle oldular. Ve devlet olmak demek toprak almak demek değildir diye varlıklarıyla haykırdılar aslında.
Habis bir ur gibi bir şekilde bedenimizi kemiren ve uzun bir vakit de bizi yiyip de bitiren kendini aşağı görme ve hatta kendini inkâr etme hastalığı belki yatalak etmedi bizi lakin uzunca bir zaman geçmeyen baş dönmelerine, hafıza kayıplarına sebep oldu. Ve bence aşağılık ve lanet bir hastalıktı bu. Her ne kadar geçmiş zaman kipi kullanıyor olsam da bu hastalık henüz geçmiş değil. Daha tam manasıyla kendimize gelemedik belki de. Lakin silkelenip de üzerimize bulaşmış bu kiri pası atabildiğimiz zaman kim olduğumuzu hatırlayacağız biliyorum.
…
Aslında bütün bu yazıyı tek bir örneği hakkıyla ve açıkça anlatabilmek için yazıyorum. O da devlet ne demektir ve nerededir sorusuna verecek bir cevap olacaktır zannediyorum.
Geçenlerde memleketim olan Sivas, Şarkışla, Gümüştepe Köyü’nde bir kardeşimin altı aylık bebeğinin vücudunun bir kısmının elim bir kaza sonucu yandığını öğrendim. Elbette ki çok üzüldüm. Sizlerden de dua beklerim.
Bir süre Sivas Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi gördükten sonra birkaç gün evvel Ankara’dan gelen bir ambulans helikopterle Ankara’ya bir hastaneye nakledildi.
Şimdi diyeceksiniz ki “E ne var bunda?” Bunda o kadar çok şey var ki. Devlet Sivas’ın Şarkışla ilçesinin, Gümüştepe Köyü’nde yaşayan bir vatandaşının altı aylık bebeğini bile unutmuyorsa, yok saymıyorsa çok şey var demektir. Ve devlet işte tam da bu demektir. Ve devlet bu toprakların her karışında var demektir.
Devletimiz var olsun…