Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez

Abone Ol

Dertli olmak kötü şey midir kâri? Yani derdi var diye bir adama hasta muamelesi yapıldığından soruyorum bu soruyu. Derdi olan ile çaresiz bir illete tutulmuş aynı manada gibi ve aynıymış gibi söylenmiyor mu sence de? Bana kalırsa -ki kalmaz ama ben yine de söyleyeyim- dert dediğinin mahiyetine göre değişir mesele. Neyi dert edindiğin hayati bir durum bence. Ve lakin her ne için olursa olsun derdi olan adamlar büyük adamlar.

Ben hep şuna inandım ve halen dahi inanıyorum ki kendini dert etmeyen adam kendini kurtaramaz, evladını dert etmeyen evladını kurtaramaz, vatanını, milletini, davasını dert etmeyen de yapamaz ve hatta dinini dert etmeyen de dinini kurtaramaz. Tam burada şu soru gelmiş olmalı aklına; dinin kurtarılmaya ihtiyacı mı var? Var, ama bizden kurtarılmaya… Ne mi demek istiyorum? İnsan önce dert edecek diyorum, içi sıkılacak o dertten, uykuları kaçacak, nefesi daralacak ki söylediğinin bir manası olsun. Yoksa hamasi cümleler kurup, yapmacık sloganlar atıp, dert etmediği ama sadece söylediği hiçbir şey yerine ulaşmaz. Tam da bunun için, insan neyi dert ediyorsa odur.

İşte bu yüzden dert mukaddestir. Yoksa eski insanların sadece birer meczup olduğuna, yaşamayı bilmediklerine, dünyadan zevk almak varken akıllarını kullanamayıp da dert çektiklerine inanmak zorunda mı kalacağız? “Bir derdim var bin dermana değişmem” diyen şaire ne diyeceğiz mesela? “Dermana değişilmeyen dert hangisidir?” diye sormayacak mıyız en azından? Hem Yunus’un “Derman arardım derdime/Derdim bana derman imiş” demesi de ne demektir? Derdi, dermanı olur mu ki insanın diye merak etmeyecek miyiz?

Haydi içimden geldi bir tane de Veysel’den söyleyeyim;

Anlatamam derdimi dertsiz insana

Dert çekmeyen, dert kıymetin bilemez

Derdin kıymeti de ne demek? Meğerki kıymeti de varmış derdin. Dert mukaddestir kâri. Her dert mi? Belki de öyle bilemem. Ama şunu söyleyebilirim ki derdi olan her insan dertsiz olanlardan daha fazla insandır ve daha kıymetlidir..

“Siz insanı çok güzel dert sahibi yaparsınız” diye bir mesaj yazmış bir kardeşim, kitaplarımı okuduktan sonra. Çok hoşuma gitti ve çok beğendim ama “inşallah” diyebildim sadece içimden. “İnşallah insanları dert sahibi yaparım.” Okuyunca tuhaf geliyor ben de farkındayım ama hep şunu düşünüyor ve şuna inanıyorum ki; bunca çok derdimizin olması derdimizin olmamasından. E bu da tuhaf bir cümle oldu, açayım. Dünyada sadece yaşamak için, ömür tüketmek için, vakit geçirmek için var olamayız ve zaten değiliz de. Bundan çok daha büyük ve ulvi bir maksadımız var. Hele ki bizim gibi milletlerin maksadı da gayesi de çok daha büyük. Lakin biz bu dünyayı değiştirebilecek, âleme nizam verecek gayeyi dert edinmeyi bıraktığımızdan beri ya da daha insaflı söyleyeyim, bu gayeyi dert edinmeyi birkaç adım geride bıraktığımızdan beri çok fazla ve çok zorlu dertlerimiz var. İşte onun için derdimiz olmadığından bu kadar derdimiz var. Başka şeyleri, lüzumsuz ve önemsiz onlarca şeyi dert ettiğimiz ya da etmek zorunda bırakıldığımız için ve asıl dert etmemiz gerekenleri unuttuğumuz için.

Pekala, bunca sözden sonra söylemek istediğim esas yere geleyim. Dertli bir gençlik kimdir? Örneği nerededir ve nasıl olur? Ya da insan nasıl dert sahibi olur? Bence çok zorlu sorular. Ve ben yetemem bunların her birine cevap vermeye. Ama en azından şunu söyleyebilirim ki gençleri dert sahibi yapabilmek için önce öğretmenlerinin dert sahibi olması gerek. Var mı? Elbette. Lakin yeter mi? İşte benim sorum bu. Ve hem şu da var ki bazıları gerçek anlamda dert edip dertten önce dert öğretiyorlar. Misal mi? Ordu Anadolu Lisesi Müdürü Birol Bey ve öğretmenleri… Tebrik ediyorum ve teşekkür ediyorum böyle bir dertleri olduğu için. Gençlere bir dert, şuur vermeyi dert ettikleri için. Siz de tanıyın, bilin diye söylüyorum. Hem marifet iltifata tabidir diye denmemiş miydi? O vakit ben bana düşeni yapıyor, iltifat ediyorum…