Yanardağların fışkırması, yer kabuğunun kırılması ya da denizlerin kabarıp şehirleri yutması karşısında ne yapabilir insan? Kendi iradesiyle engel olamayacağı, herşeyin sahibi olan Yaradan’ın emriyle olan felaketler karşısında acizliğini bir kez daha hatırlayıp ancak tevekkül edebilir.
Tedbir almak mı? Daha güvenli evler ve şehirler inşa etmeliyiz, doğru. Çünküaslında depremin değil, çürük binaların öldürdüğünü gördük. Fakat yer kabuğunun kırılmasını hangi güç durdurabilir?
Şom ağızlıların, felaket tellallarının, her felaketi fırsat bilip ortalığa zehrini saçanların fitnelerini durdurmayı başarabildik mi? İnanın yer kabuğunun çatlamasını durdurmak bile daha mümkündür, Allah izin verirse.
Sorun Rabbimizin emriyle olan felakette değil, insanın bir kez alçalıp, düşmeye başladı mı durduramadığı sefaletinde.
SEFİH RUHLAR
SevanNişanyan diye birisi çıkıyor, bir kuyruk acısı olacak ki, Elazığlılara ağza alınmayacak hakaretler savurup, hepsinin ölmesinden memnun olacağını söylüyor; reklamını yaptığı deterjanla yıkansa, fitnesinin kirini temizleyemeyecek Berna Laçin devletin seferber olduğu saatlerde, depremin şiddetinin gizlendiğini iddia ederek, vergilerin nereye gittiğini soruyor.
Kılıçdaroğlu, “devletin gelen yardımları çalacağından” endişe edip teftiş için İmamoğlu’nu bölgeye gönderiyor. O ise teftişinden sonra bölgede sırıtarak hatıra fotoğrafı çektiriyor. 8 yıl Ak Partide vekillik, hatta Genel Başkan Yardımcılığı yapıp üç gün önce Davutoğlu’nun partisine giden Selçuk Özdağ, Hükümetin deprem karşısında yıllarca ne yaptığını soruyor.
Millet ne mi yapıyor? Bunca insanlık sefaletinin içinde, yaşadığı felaketin derdine nasıl düşsün? O, enkazın içinde bile namazını eda etmekle meşgul.
Fakat dertlerini çok iyi biliyoruz.
MİLLETİN DEVLETİ SEVMESİNDEN RAHATSIZLAR
99 depremi ve verdiği hasar çok büyüktü. Kıyas kabul etmez elbette. Fakat devlet çökmüştü. Yaraları sarmaya yetişemediği için değil, halkını umursamadığı için.
Halkın seçtiği iktidar, askeri darbe ile yıkılmış, yüzde 14 oy almış Ecevit başbakanlığa getirilmiş, darbeci paşalar bankaların içini boşaltarak milletin sırtına milyarlarca dolar yük bindirmişti. Devlet, milletinin imdadına koşamıyordu. Dernekler, tarikatlar, vakıflar seferber olmuştu. Kimisi çorba kaynatıp dağıtıyor, kimisi enkazın başında tırnaklarıyla toprağı kazıyordu. Başörtüsü yüzünden işinden atılan hemşireler, doktorlar da bu seferberliğe katılmış, hatta tıpta okurken kapının önüne konulan öğrenciler dahi, yaraları sarmak için deprem bölgesine koşmuşlardı.
Fakat darbeciler bu görüntüden rahatsız oldular. Ne mi yaptılar? Millete yaşattıklarından pişman olacakları yerde, vakıfların kurduğu çadırları söküp attılar. Başörtülü doktorları, hemşireleri, sağlıkçıları kollarından tutup deprem bölgesinden çıkardılar. Zaten devletine gönlü kırık olan milleti, bir kez daha üzdüler, devletine küstürdüler.
Bugün ise durum başka. Dakikalar içinde milletine hizmet için seferber olan bir devlet var. Enkazdaki insanını kurtarmak için kalbi titreyerek konuşan, UMKE görevlisi bir başörtülü. Ne güzel değil mi? Kürtçe telkinlerde bulunan bu sağlıkçının başındaki örtü fark edilmeyecek kadar normal artık devlet ile milletin ilişkisi. Enkazın başından, kendi evladını yitirmiş bir baba gibi ayrılmak istemeyen devlet başkanı..
İşte istemedikleri manzara bu. Çünkü onların hayatta kalabilmeleri, devletin milletine düşman olmasına bağlı. Ülkede gerginlik yoksa bunlara ekmek yok. Ne bölme planları tıkır tıkır işler, ne de memleketi Batılı efendilerine peşkeş çekme gayretleri..