Demokratik-sivil “Yeni Anayasa” için: Ne, niçin, nasıl, kiminle ve nereye kadar? (5)

Abone Ol

Anayasa’ya ortak ruhunu verecek noktalardan ilki; geçmiş dönemlerin maksatlı, hatalı, ideolojik ve vesayetçi uygulamalarına karşı serdedilen ortak duruş ve kararlık olmalıdır.

“Niçin yeni anayasa” sorusuna bazı temel kavramları yeniden hatırlayarak şöyle cevaplayabiliriz: Anayasalar, devletin kurulması esnasında veya olağanüstü süreçleri atlatmasından sonra ya ilk kez ortaya çıkarlar ya da mevcudun yerine ikame edilirler. Türkiye, geçen yüzyılda hem yıkılan Osmanlı Devleti ardından hem de defalarca yaşanan askeri darbelerin ardından anayasaların ihdası için gereken bu şartı defalarca gerçekleştirmiş oldu.

1980 askeri darbesinin hemen ardından hazırlanan 1982 Anayasası’nın, biri post modern (28 Şubat), diğeri elektronik (e-muhtıra), şimdi de umulmadık ve haince bir darbe teşebbüsü(15 Temmuz) yaşadıktan sonra, anayasının ihdası için defalarca haklı gerekçeler ortaya çıkmış oldu.

Bu yeni süreçte dikkat edilmesi gerken hususlardan birisi de bu metnin bir kere ortaya çıktıktan sonra, kanunlar kadar sık değiştirilmeyecek olmasıdır. Çünkü anaysalar, diğer hukuk metinlerine göre daha katı/sert olmaları yönüyle, yani “günaşırı” değiştirilememeleri bakımından da onlardan ayrılırlar. Bu metinlerin, sık sık değiştirilmeye uygun olmamaları dolayısıyla, hukuk tekniğine uygun, doğru, sistematik kurgulanarak ve titizlikle yazılmaları gerekir. Bugün ülke gündeminde olan yeni anayasa için de bu tarz bir titiz çalışma usulü elzemdir.

Pekiyi, Yeni Anayasa ama “kiminle” sorusuna siyasi partilerden karşılığı konusunda önceki yazılarımda cevap vermeye çalışmıştım. İyi de, bu Yeni Anayasa hangi uzmanlar eliyle hazırlanmalıdır?

Anayasa yapım sürecinde, başta Anayasa hukuku, idare hukuku, hukukfelsefesi ve hukuk sosyolojisi, hukuk metodolojisi alanlarından olmak üzere kamu hukukunun her branşından işinin ehli ve rüştünü ispatlamış öğretim üyeleri komisyonlarda yer almalıdırlar. İşin teorisi Anayasa Hukukunun konusu olsa bile, yürütme ve idarenin dünyada artık hangi eğilimlere yöneldiği; temel hak ve özgürlükler pratiği ve içeriğinin yeni gelişmelere göre idarenin eliyle ne şekilde doldurulması gerektiği konuları, tamamen idare hukukçularının sahasındadır.

Bütün bu alanların yanında, kamu yönetimi, felsefe, sosyoloji ve iktisat gibi diğer sosyal bilim disiplinlerinden de kesinlikle katkı alınması gerekir. Anayasa’nın hazırlanmasındaki ciddiyet, doğru bir metnin oluşturulması kadar, sağlanacak destek ve meşruiyet algısı bakımından da önemlidir. Komisyonların oluşturulmasında bu alanlar mutlaka dikkate alınmalıdır.

Nasıl bir Anayasa sorusuna ise, yeni anayasanın “çerçeve anayasa” olması gerektiğini tekrarlamakla birlikte, temel hak ve özgürlükler üzerinde keyfi yorumlara sebep olacak kavramların içeriğinin muğlâk ve askıda bırakılmaması gerekliliğine dikkat çekmek gerekir. Bu tür kavramlardan belki de en önemlisi laikliktir. Yıllarca marjinal gruplar tarafından yapılan tartışmalı uygulamalarıyla ve daraltıcı yorumlarla hak gaspları yapılmış; gerginlikler yükseltilmiş ve ideolojik kamplaşmalar oluşturulmuştur. Bu önemli bahsi diğer köşeyazılarına bırakalım.

Yeniden gündemimize giren yeni anayasa, resmi ideolojilerden kurtulmaya çalışırken bir kolaj çalışması şeklinde ahenksiz bir bütüne dönüşmemeli veya bütün “koyuluğu”yla tek bir renge bürünmemelidir. Gündemdeki birkaç temel başlığın veya detayın anayasada yer almasına odaklanmak yerine, tamamının ahenkli ve anlamlı bir bütünü oluşturmasına emek vermek gerekir.

Sürecin doğru yönetilmesi halinde, militarist tabanlı ve vesayetçi, jakoben/elitist ve çoğunluğu dikkate almayan bir anayasacılık anlayışından, sivil, halka dayanan, insan onuru ve hakları ile onun maddi ve manevi gelişimine fırsat veren bir anayasanın oluşturulması imkanı doğacaktır.

Anayasaya ortak ruhunu verecek noktalardan ilki; geçmiş dönemlerin maksatlı, hatalı, ideolojik ve vesayetçi uygulamalarına karşı serdedilen ortak duruş ve kararlık olmalıdır. Diğer yandan milli iradeye saygı duyan ve toplumda talepleri olan bütün kesimlere kulak veren ve ülke gerçekleri ölçüsünde makul taleplerin mutlaka karşılanmasıyla oluşacak bir anayasa olmalıdır. Bu anlamda, asla ideolojik keskinlikler içermemelidir.

İdeolojiik bazda oluşturulan anayasaların toplumun genelince kabullenilmesi güç olduğu gibi, dayandıkları ideolojinin zamanla eskimesi gibi doğal bir riski de içinde barındırır. Anayasa güncel tartışmaları çözmek için yapılmadığından, şahıslar üzerine tasarlanmamalı; tam aksine milli iradeye dayalı, toplumun kendisini güvenlik içinde hissedeceği, huzur duyabileceği bir ortamı kuracak ve onun hizmetinde bir anayasa oluşturulabilmelidir. Yoksa, geçmişte bizde de denendiği gibi şahıslar ve resmi ideolojiler kurma amacı taşımamalı; evrenseli yakalayan, yerele saygı gösteren; sistemli, soyut, içeriği sarih ve yanlış yorumlanmayacak ilke ve kurallar üzerine bina edilmelidir. Stalinist, Leninist, Enver Hocacı, Reagancı, Mc Carthyci vs. gibi isme dayalı her tür beşerî akım, insanlık tarihinin göreceli olarak kısa bir kısmında anlamlıyken zamanla hükümleri ortadan kalkar veya toplum ihtiyaçlarına karşılık veremez hale gelirler. Çoğu kez de tam aksine, toplumun ilerlemesine engel olurlar.

Sonuç olarak, yeni anayasanın dayanakları, lafzı ve ruhuyla gerçekten yeni olması gerektiği düşüncesiyle üzerinde daha çok söylenebilecek köşemdeki bu yazı dizime son veriyorum. Ancak, birçok sosyal meselenin tartışılması anayasa ve bahsine girmeyi gerektireceğinden anayasa ve hukukla ilgili sosyal konulara kaçınılmaz olarak gireceğim…