En başından belirtelim, YSK son sözünü henüz söylemedi. Fakat İmamoğlu mazbatasını aldı. Elbette hukuk ne diyorsa sonuçta o olacak. Olacak ama nasıl karar verilirse verilsin 31 Mart seçimleri ile ilgili tartışma da hiç bitmeyecek…
AK Parti’nin ortaya koyduğu üç bavul dolusu belge, vicdanları rahatlatacak bir şeffaflıkta gerekçelendirilmeden verilecek bir karar, en azından bu ülkenin önemli bir kesiminin adalete bakışını, inancını sarsacaktır. Bu vesileyle adeta kılı kırk yaran bir inceleme yapılmalıdır…
Hukuk herkesi bağlıyorsa eğer, birilerinin bunun dışına çıkarak on dokuz bin kişiyi sandıklarda nasıl görevlendirdiği çok sarih bir dille izah edilmelidir. Bu isimler hangi görüşten olursa olsun hiçbir önemi yoktur; temel hakikat, kanunun dışına çıkılmış olması dışında…
Büyükçekmece gerçeği de başlı başına İstanbul sonuçlarını etkileyecek bir seçim yolsuzluğu olarak siyasi tarihimizdeki yerini almıştır. Bu konunun da çok açık bir dille gerekçelendirilerek seçmenin vicdanında kuşku bırakılmamalıdır.
Şeffaflığın en büyük güç olduğu çağda, onu sağlayacak olan adaletin bu derecede önemli olan konuları müphem bırakması, bu ülkeye yapılacak en büyük haksızlık olur…
En başından şahsi kanaatim ise şudur. Bu seçimlerin bunca tartışmaya zemin hazırladığı ortadayken en doğru yol iptal edilmesidir. Sağının solunun yamanarak, “alın size sonuç” denmesi elbette birilerini mutlu eder. Fakat asla topyekûn vicdanı rahatlatamaz…
Eğer adaleti tecelli ettiremez isek bu noktada en büyük risk şudur kanaatimce. Bundan sonra “hakikatin ne olduğu” hiç bilinemeyecek demektir… Bir önceki yazımda da değindiğim gibi bir “hakikat çürümesi” yaşanacaktır… “Yaptığını hiçbir şey yapamaz, yıktığını da hiçbir şey yıkamaz” olan siyaset kurumu, toplumda karşılığı olmayan “hırsızlık ya da şaibe”lerle yönetilir hale gelecektir… Geride bıraktığımızı zannettiğimiz “gizli oy açık tasnif” yıllarını tekrar bu ülkeye reva görmek, büyük bir haksızlıktır…
İşin bir başka yönü de bu seçim tablosunun kimleri sevindirdiğidir. Kim mi onlar? Söyleyeyim. Hani bu ülkenin gücünü milletinden alan Cumhurbaşkanına “diktatör” diyenler vardı ya, işte onlar…
Ortada bir diktatörün olmadığını çok iyi bilmelerine rağmen bir algı operasyonu yürüttüler. Belirli bir kesime de bunu satın aldırdılar. Fakat gelinen tablo bunun böyle olmadığını çok net olarak ortaya koydu.
Peki, şimdi zerre kadar onurları varsa şunu söyleyebilirler mi? “Biz sizi kandırmak için yalan söyledik. Özür dileriz.” Bu özrün hiçbir zaman gelmeyeceğini bilerek yine de sormak istedim. Zira bilinçli bir yalanın özrü olur mu?
Bu ülkenin istikrarsızlığını isteyenler ve onların iç ya da dış yansımaları çok mutlu görünüyorlar. Hep söyledik ya da yazdık. Bu noktada şaşıracağım bir durum yok elbette… Fakat benim bugün ne düşündüklerini merak ettiklerim şunlar: Muhafazakâr-sağ seçmenler ve tabi milliyetçi, mukaddesatçılar…
AK Parti’ye ders vermek arzusundaydınız ya. Şimdi sormak istiyorum, seçimlerden önce itiraf edilemeyenlerin itirafını gördükçe ruhunuz muazzep oluyor mu acaba? HDP’yi, PKK’yı, FETÖ’yü bu kadar sevindirdiğiniz için durduğunuz yeri yadırgıyor musunuz mesela?
Ya da Temelli’nin, “vadedilmiş topraklar” hezeyanı vicdanlarınızda bir sarsılmaya sebep oldu mu? Mesela İzmir Belediye Başkanı’nın, “KHK ile atılanları zabıta olarak alacağız” çıkışına nasıl bakıyorsunuz. Şehitlerimize ve gazilerimize yüzünüz kızarmadan bu durumu izah edebilirler misiniz? Çünkü onlar, 15 Temmuz’da bu ülkenin üzerine bomba yağdıran bir örgütün mensupları olarak ya da PKK iltisakları dolayısıyla atıldılar. Haksızlığa uğradığını söyleyenlerle ilgili de adalet gereğini yapmalıdır/yatı/yapıyor…
Çamlıca Camii’ne “mescid-i dırâr” diyecek kadar şirazeden çıkanlardan bu nedameti bugün beklemek beyhude olsa da sormak istedim. Vicdanımı rahatsız eden bu duyguya kayıtsız kalamazdım zira… Umarım bir kez daha CHP’nin gerçek yüzü ile karşı karşıya kalmadan, öncesindeki sahte tavırlarına kanmamış olsunlar…
28 Şubat’ın zalimlerine bile gül uzatanlar, umarım ders vermeye çalışırken büyük bir ders almak zorunda kalmazlar. Çünkü son pişmanlığın faydasız olduğunu dedelerinden öğrenemeyenler, hep o pişmanlığı tatmışlardır maalesef… İşte buymuş asıl mesele…