Yayınlanan bir bildiri… Ve bildirinin lafzına bakıldığında “devletin varlığı”nın bir suç teşkil ettiği anlatılmaya çalışılıyor. Bildiriye imza atanların isimleri okunduğunda, savundukları ideolojide devlete yer vermeyen kişileri görüyorsunuz. Muhakkak istenmeyen; reddedilir. Reddedilen tekfir edilir. Kusuru aranır, çamur atılır ve hakeza…
Amacı, devlet denen mekanizmayı; yalan, iftira ve ihanetle çürütmek olan bir güruhun yayınladığı bildiride elbette PKK olmayacaktı. Elbette hendekler, yakılan okullar, camiler, taranan ambulanslar veya zulme uğrayan insanlar elbette olmayacaktı. Dikkatleri neden başka yöne çeksinler ki?
Yayınladıkları bildiriyle akademisyenliğin şanına karşı işlenen suça ortak olanlar; emellerini ihya ederken, insanlığa karşı bir suç işlendiğini ve buna ortak olmayacaklarını söylüyorlar. Ama asıl faillere ses etmeyerek onlara “zımnen ortak” oluyorlar.
Malum 1128 kişi ve benzerleri, devletin durumuna göre muhalefet mekanizmasını farklı şekillerde çalıştırabilme yetisine sahip bir işletme hükmünde. Misal verirsek: Eğer PKK’nın doğu ve güneydoğu da izlediği hendek ve kaos politikasıyla ilan ettiği özerklik, devletin pasif kalmasıyla sonuçlansaydı; sayın 1128’ler başka bir mekanizmayı işleteceklerdi. Vatanın milli birlik ve bütünlüğünün korunamadığı ve kamu düzeninin sağlanamadığı gerekçesiyle devlet denen olgunun, bahşedilen görevi yerine getiremediğini haykıran başka bildirilerle karşı karşıya kalacaktık.
Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını açlığa ve susuzluğa kasten mahkum ettiğini, yaşam ve güvenlik hakkı gibi hemen tüm hakların ihlal edildiğini ve bu yapılanların kasıtlı ve planlı bir kıyım olduğunu isnatsız ve delil göstermeden ‘’bildiren’’ bir karalama kağıdı.
TCK’nın 301’inci maddesinde ‘’Türklüğü, Cumhuriyeti, TBMM’yi, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını aşağılayan kişi, hapis cezası ile cezalandırılır’’ denmiş. Buradan yola çıkarak; bildiriye imza atan akademisyenler hakkında suç duyurusunda bulunulması ya da re’sen soruşturma başlatılması kabul edilemeyecek bir durum değil.
Fakat, sormadan edemiyorum kendime: Yayınlanan bildiride yer alan ifadelerin benzerlerini ve hatta daha ağır olanlarını her gün köşe yazılarında okuyoruz. Daha kat’i şekilde kullanılan ifadelerle terör örgütü propagandası yapan ve Cumhuriyet’in gereklerini aşağılayan gazeteci veya yazarlara dokunulmazken; kanunda yer alan maddenin akademisyenler için hususi olarak hazırlanmış gibi sadece onlara yöneltilmesi çelişki doğurmayacak mı?
Türkiye’nin ulusal ve uluslararası medyada gazetecilerin özgürlük alanı ile ilgili karnesi kabul edilir yahut edilmez iyi durumda değil. Türkiye, ‘’gazeteciler hapislere atılıyor’’ nutuklarından bıkmış ve bu konuda daha hassas olma kararı almış demek ki. Lakin bu hassasiyet ya ifade özgürlüğü çerçevesinde herkes için geçerli olmalı. Ya da kanun lafzından doğan yaptırımlar herkes için eşit şekilde uygulanmalıdır.