De ki…

Abone Ol

Kaç vakittir zihnimde bir cümlenin ağırlığıyla yaşıyorum kâri. Ne vakit kendi kendime cümleler kursam “De ki” ile başlıyorum. Ve esasında bilmiyorum bile o cümleyi. Yalnızca dört harf düşüyor zihnimin dehlizlerine ve bilmediğim bir cümle canımı acıtıyor. “Boş ver” diyemiyorum, bigâne kalamıyorum. Belki çok evvelden kıraat ettiğim ve belki de ezberlediğim bir söz tekrar hatırıma gelmek için en ücra köşelerden çıkmaya çalışıyor da ben ilk birkaç harfini söyleyip de öylece kalıyorum. Bilmiyorum.

Harfler, kelimeler ve cümleler nefes alır gibi zihninde dolaşır kâri bazı insanların. Bazı insanlar kelimelerle nefes alır. Biliyorum. Lakin onlardan değilim ben. Ben sadece cümleleri sarı saman kâğıtlara yazıp da biriktiren biriyim oysa. Hem senin de yazdığın, sakladığın cümlelerin olmuştur elbet. Olmuştur gözlerindeki yaşa tercüman olan ve hatta sebep olan cümlelerin. Sen yaştakiler sokaklarda, sinemalarda belki ve hatta kahvelerde dolaşırken, gülerken bir öğrenci yurdunun en kalabalık odasında sen bir dersliğin soğuğunda kendi kendine okuduğun bir kitaptan notlar almışsındır elbette. Ve hatta kimileri bir nefesçik olsun sigara tüttürmek için kaçarlarken sen sokaklarda yalnız başına yürüyüp de hiçbir yere yazmayacağın ve sadece o an için ilhamına düşen şiirler söylemek için kaçmışsındır bir gece vakti kalabalık bir öğrenci yurdundan. Hem okuyacak kimseyi bulamayıp da gecenin bilmem hangi vaktinde sanki birileriyle kelam eder gibi kendi kendine okumuşsundur aynı cümleyi. Sonra o cümle düşlerine girmiştir senin de. Bir cümleyle sayfalar dolusu mana toplamışsındır. Oysa aynıdır harfler, kelimeler aynı. Olmuştur elbet. Zira bazıları ağlamayı şairlerden, aşkı şiirlerden, hayali cümlelerden öğrenirler. Ve unutmazlar bir daha. Öyle değilse bile ya ben hayal görmüşümdür ya hülya anlatmışlardır bana.

Evvelden okuduğum o cümleler hayret makamında düşerdi zihnime, hayran kalır, ona benzer cümleler kurardım. Şimdilerde haset ile düşüyor lisanımdan. Ne vakit güzel bir cümle okusam yahut işitsem “neden ben yazmadım!” dercesine kıvranıyorum. Ve şimdi biliyorum bir cümleyi söyleyebilmenin de bir kader olduğunu. Sanıyorum ki her cümle yalnızca bir kâtibin dimağına düşebilir. Yalnızca o söyleyebilir onu, yalnızca o söylemelidir. Ondan başka kim olur olsun aynı kelimelerle söylese dahi aynı cümleyi söyleyemez. “İlham budur” diyesim geliyor. “Nasiptir” diyesim geliyor, “kaderdir” diyesim geliyor. Diyemiyorum.

O insana kalemle yazmayı öğretti diyor Kitap. İşte belki de tam bu yüzden kalem de ve yazmak da bana mübarek bir hal gibi geliyor. Öyle inanıyorum ve öyle inanmak istiyorum. Zira ben gibiler inanmazsa yaşayamazlar. Ve ben bu yazıyı yazmaya başladığım andan beri zihnimde cevelan eden “De ki” cümlelerini arıyorum. Bulmuyorum, bulamıyorum kâri. Lakin bir ayet olduğunu biliyorum bunun. Hem belki de herkesin bir ayeti olmalı. Kendi unutsa daha zihninde dolanmalı ve sanıyorum ki ben kendi ayeti mi arıyorum ve bana “De ki” diyor ayetim. Gerisini bulamıyorum belki de O “De ki” dediği için bunca kelam ediyorum seninle. Hem daha evvel demiştim sana O “Oku” diye başladığı için kelamına ben okumayı bu denli seviyorum.

Arıyorum, yazıyorum, cümleler saklıyorum zihnimin sayfalarında. “De ki” ile başlayan bir cümle ile tutuşturmaya çalışıyorum çerağımı. Evvelce saklıyordum yazdıklarımı şimdiler yazdıklarımın ardına saklanıyorum. Lakin o cümleyi bulamıyorum ve bilmiyorum nerede yazdığını. Korkuyorum bana söyleyeceklerinden, yüzüme vurulacaklardan korkuyorum. Utanıyorum hatta. Hayır, ağlamıyorum. Arıyorum sadece. Okuyorum, yazıyorum, bekliyorum, unutuyor ve hatırlıyorum, saklıyorum sonra ve saklanıyorum.

Zihnim bilmem hangi deryanın dalgasında, iğneyle kuyular kazıyorum. Karışık rüyalar görüyorum. Yoruldum kâri. Öyle çok ki! Anlatamıyorum daha. İnan daha yazamıyorum.

Yalnızca bir bardak demli çay içmek istiyorum şimdi…