Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, TBMM FETÖ’nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tarafından kendisine sunulan sorulara yazılı yanıt verdi.
Açıklamasına, darbe girişimine “Gazi Meclis” unvanına yakışır vakur bir tavırla karşı koyan TBMM’yi ve böyle bir kritik dönemde kendileriyle Türkiye’yi, milleti ve demokrasiyi savunma onuru taşıdığı milletvekillerini tebrik ederek başlayan Davutoğlu, 15 Temmuz ile yaşanan bu sürecin, sadece onur duymak açısından değil aynı zamanda ibret almak açısından da özel bir anlam taşıdığına işaret etti.
Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının yarım asra yakın bir geçmişe sahip olduğunu ve tarihsel süreç içerisinde dinamik bir şekilde farklı yönleriyle ön plana çıktığını anlatan Davutoğlu, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:
“Bugün yapılan değerlendirmelerin daha bu tecrübeler yaşanmadan yapılabilmesi mümkün değildir. Örgütle ilgili her bir değişim, dönüşüm ve eylem kendi tarihi bağlamı içinde değerlendirilmezse hem bilimsel olarak anakronistik bir tavır sergilenmiş olur hem de hukuki olarak yanlış sonuçlara götürecek önyargıların oluşmasına sebep olunur. Mesela hoşgörü mesajlarının verildiği, teknolojik donanımlı okulların açıldığı doksanlı yılların başlarında bu yapının gün gelip barbar bir darbe girişiminin örgütleyicisi olacağını öngörebilmek bu yapının muarızları tarafından bile mümkün değildi.”
Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“12 Eylül ve 28 Şubat darbelerine yönelik bu destekleyici tutumu dolayısıyla, başta Milli Görüş Hareketi olmak üzere, Türkiye’de faaliyet gösteren pek çok İslami oluşum ve cemaat, bu yapıya belli bir mesafe içindeydi. Bu yapıyla ilgili kanaatlerimin istifham ve mesafeden siyasete müdahale niteliği taşıyan somut bir şüpheye dönüşmesi, Dışişleri Bakanı olduğum dönemde 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarımızın ifadeye çağrılmasıyla gerçekleşti. Bu yapı, bürokratik uzantıları üzerinden teşebbüs ettiği bu cüretkar hamleyle, Hükümetimizin varlığından ve yürüttüğü politikalardan rahatsız olan uluslararası aktörler adına, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, AK Parti Hükümetine ve demokratik sivil siyasete parmak sallamaktaydı. Sayın Başbakanımızın dirayetli tavrı olmasaydı daha o günlerde bu müdahale kısa sürede bir darbeye dönüşebilirdi.”
“İllegal mahiyette bir örgüt olarak tanımlandı”
Davutoğlu, yapıyla ilgili kanaatlerinin kırılmaya uğradığı aşamanın ise 17-25 Aralık 2013 operasyonları olduğunu belirtti. 17-25 Aralık operasyonları ve sonrasındaki süreç, bu yapının devlete sızarak kendi çıkarları doğrultusunda siyasete müdahale eden kriminal bir örgüte dönüştüğünü gösterdiğini anlatan Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:
“Başta 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ve Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün devlet kademeleri demokrasimize yönelik bu yeni tehdit konusunda yoğun ve sistematik bir çaba içine girdi. Bu dönemde içinde bulunduğum 61. AK Parti Hükümeti Sayın Başbakanımızın liderliğinde paralel yapı niteliği açıkça ortaya çıkan bu yapıya karşı kapsamlı bir mücadele başlattı. Başbakan olarak katıldığım 30 Ekim 2014 tarihindeki ilk MGK toplantısında bu yapının ‘Milli Güvenliğimizi tehdit eden, kamu düzenini bozan, iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar’ başlığı altında ele alınması ile illegal mahiyette bir örgüt olarak tanımlanmış oldu.”
“Yapı İslam ile bağdaşmıyor”
Darbe girişimini diğer darbe girişimlerinden farklı kılan unsurların, bu girişimi yöneten örgütün beslendiği zihni, sosyal, ekonomik, bürokratik ve uluslararası dayanaklarla doğrudan ilgili olduğunun altını çizen Davutoğlu, yapının İslam inancından ayrı bir tutum sergilediğini, Gülen’in rüyalarının, düşüncelerinin ve talimatlarının neredeyse vahyin bağlayıcılığına eşit bir şekilde değerlendirilmesinin sorgulanamaz bir mutlak itaat alanının doğuşuna zemin hazırladığını belirtti.
Vesayetçi gelenekle FETÖ arasında paralellik
“FETÖ/PDY mensuplarının kendilerini gizleyerek bürokrasiye sızma çabaları gerçek mahiyeti, toplumun dini inançlarının sosyal hayattaki tezahürlerini bir tehdit olarak tanımlayarak dindar kişilerin bürokraside yer almasını çeşitli yöntemlerle engelleyen, bu yolda hukuk dışı uygulamalara da başvurmaktan çekinmeyen vesayetçi, darbeci anlayış temsilcilerinin hastalıklı davranışları sebebiyle başlangıçta tam olarak teşhis edilememiştir.” değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, “Bireysel İslami yaşantıya sahip bürokratlarla paralel yapı gibi örgütsel bir yapıya mensup bürokratlar arasında ayırım yapamayan İslamofobik vesayetçiler, devlete sızmak için İslami yaşantıdan vazgeçme icazeti alan FETÖ mensuplarını fark edemeyerek bürokraside yükselmelerine zemin hazırlamıştır.” ifadelerini kullandı.
MİT Müsteşarı Fidan’ın ifadeye çağrılması
Fethullahçı yapılanmanın, AK Parti iktidarının bütün toplum kesimlerine sağladığı özgürlük alanlarını istismar ederek toplumun diğer kesimleri aleyhine etki alanını genişlettiğini ifade eden Davutoğlu, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Son derece büyük bir gizlilik altında eğitim, yargı, güvenlik, istihbarat, iletişim gibi stratejik alanlardaki kurumların kritik birimleri birer birer etki altına alınmaya çalışılmıştır. HSYK üzerinden yargının kontrol altına alındığı ve emniyet teşkilatında ve TSK’da yeterli örgütlenmenin gerçekleştiğine inanıldığı andan itibaren ise artık daha fazla gizlenmeye gerek görülmemiş, Hükümetin irade ve inisiyatifi ile ilgili olan alanlara doğrudan müdahale edilmeye başlanmıştır. Bu çerçevede, 7 Şubat 2012’de yetki aşımında bulunulmuş ve MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan, devam eden bir yargı sürecine dahil edilmek istenerek Sayın Başbakanımızın ve Hükümetimizin millet adına meşru siyasal süreçler dahilinde yürüttüğü politikalar sorgulanmak istenmiştir. 7 Şubat 2012’te ifadeye çağrılan MİT Müsteşarı olsa da yargılanmak ve mahkum edilmek istenen onun talimat aldığı Başbakan ve Hükümetin bir bütün olarak uyguladığı istihbarat, güvenlik ve diplomasi politikaları olmuştur. Yıllarca vesayetle mücadele eden Sayın Başbakanımız ve Hükümetimiz, bu cüretkar girişimi vesayetin yeni bir türü olarak değerlendirmiş ve kesin bir kararlılıkla karşı durmuştur.”
FETÖ’nün PKK ile ilişkisi
Yarım asra yaklaşan bir süre boyunca, dini ve sivil faaliyetleriyle görünmez kıldığı devlete sızma faaliyetlerinin, harekete geçmesine yetecek bir güce ulaştığını düşünen yapının, Türkiye’nin iç ve dış politika hedeflerinden rahatsız olan yerel ve küresel odaklarla eklemlenerek AK Parti iktidarına yönelik topyekun bir taarruza geçtiğini anlatan Davutoğlu, şunları değindi:
“Başbakanlığı devraldığım ilk haftalarda 6-7 Ekim olayları esnasında açık bir şekilde PKK yanlısı bir tavır sergileyen örgüt, devlete sızmış elemanları üzerinden güvenliğimizi zaafa uğratmaya çalışmış, çatışma ortamının tekrar yaygınlaşması için yurt içinde ve dışında temaslar yürütmüş, 7 Haziran seçimlerinde siyasi istikrarsızlık ortamı oluşması için Hükümetimiz karşısında geniş bir blok oluşturma çabasına girişmiştir. Nihayet 20 Temmuz Suruç terör saldırısı ve 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin uyurken şehit edilmesi sonrasında, başında bulunduğum 62’nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından PKK, DAEŞ ve DHKP-C’ye karşı kapsamlı bir terörle mücadele dönemi başlatılmıştır. Tam da bu esnada FETÖ’nün özellikle PKK ile Kuzey Irak’ta temas kurarak ülkemizi zaafa uğratmaya çalıştığı istihbarat raporlarına yansımış bir husustur. Terör örgütleri arasındaki bu iletişim yakından takip edilmiş ve uygun yöntemlerle uygun zamanlama içinde gerekli cevaplar verilmiştir.”
“FETÖ Türkiye’nin dış politikasından rahatsız oldu”
15 Temmuz darbe girişimini geçmişteki darbelerden ayıran en önemli farklardan birinin bu darbedeki dış faktörlerin mahiyet ve yöntem farkı olduğuna işaret eden Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:
“Yapının seçilmiş meşru iktidara karşı bir güç mücadelesine girme kararı almasında, AK Parti iktidarı döneminde hayata geçirdiğimiz çok yönlü ve etkin dış politika faaliyetlerimizin birçok bölgesel ve küresel aktörü rahatsız etmesinin yadsınamaz bir etkisi mevcuttur. FETÖ/PDY, Türkiye’nin AK Parti iktidarında yürüttüğü dış politikaya hem genel çerçevede ve esastan hem de uygulamada ve tek tek birçok olayda muhalefet eden bir tavır içerisine girmiştir. Özellikle Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendiğim dönemde Türkiye’nin dünyada en çok temsilciliği bulunan 6. ülke konumuna gelmesi FETÖ/PDY’nin yurt dışı ayağını ciddi anlamda sınırlayan bir gelişme olmuştur.”
“Kendisiyle başka hiçbir görüşmem olmamıştır”
FETÖ’nün, 2009 Davos zirvesi ve 2010 Mavi Marmara olayı sonrasında Hükümetin yürüttüğü dış politikaya dönük açık bir karşı tavır sergilemeye başladığını anlatan Davutoğlu, şunları belirtti:
“Gülen’in daha önce yapılan çağrılar çerçevesinde Türkiye’ye getirilerek kontrol altına alınmasının gerekli olduğu kanaatine vardık. Sayın Başbakanımızla yaptığımız bu değerlendirme neticesinde ve talimatı doğrultusunda, BM Genel Kuruluna katılmak üzere ABD’de bulunduğum sırada, Gülen’le bir görüşme gerçekleştirdim. Bu görüşmede Sayın Başbakanımızla gerçekleştirdiğimiz istişare çerçevesinde açık bir şekilde gerekli uyarılarda bulundum. Ülkemize dönüşümde bu görüşmeyi ve edindiğim intibayı Sayın Başbakanımıza aktardım. Bu çerçevede, kendisini samimi görmediğimi, zaman kazanmaya çalışır bir intiba verdiğini ve bu kritik süreçte dikkatli olmamız gerektiğini ifade ettim. Bu görüşme sonrasında, Gülen’in Hükümetimize ve ülkemize yönelik operasyonların içinde olduğuna ve bu tutumundan vazgeçme niyetinde olmadığına yönelik kanaatimiz pekişti. Bu görüşme dışında, kendisiyle başka hiçbir görüşmem olmamıştır.”