31 Mart seçimlerinden sonra dikkatler belediyelerde yaşanan işçi kıyımı ve sendika baskısına çevrilmiş durumda. CHP ve HDP gibi partiler, bugüne kadar karşıtlarını emeğin hakkını gasp etmekle itham ederken, sol sendikalar da diğerlerini “sarı sendika” olmakla suçladılar. Bu zihniyetin partilerinin ve uzantısı durumundaki sendikaların “küçük iktidar” alanlarını elde ettiklerinde nasıl bir “emek düşmanı”na döndüğünü görmek ise bizim açımızdan şaşırtıcı değil.
Sonuçta 28 Şubat post-modern darbesinin en güçlü destekçileri şüphesiz işçi ve işverensendikalarıydı. Mağdurları hiçbir şekilde tatmin etmese de, darbenin asker ayağı mahkeme huzurunda yargılandı. Oysaki her fırsatta emekçinin hakkını savunduklarını iddia eden dönemin meşhur sendika başkanları Bayram Meral ve Rıdvan Budak gibi darbe yandaşları asla yargı önünde hesap vermediler. Hatta bu kişiler, Refah-Yol Hükümeti’nin devrilmesini müteakip, CHP ve DSP’den milletvekili seçilerek taltif edildiler.
CHP ve HDP’li belediyelerde memur ve işçilere yönelik sendika baskısı ayyuka çıkmış durumda. Türkiye’nin terörle mücadelesine sekte vuracak her yaklaşımı olanca gücüyle savunan KESK, son bir ay içerisinde 4 bin 500 kişinin sendikalarına katıldığını gurur duyarak açıklıyor.
Türkiye’nin 1 milyondan fazla üyesiyle en büyük memur konfederasyonu olan Memur-Sen’e bağlı sendikalardan baskıyla istifa ettirilerek KESK’e katılan memurların sesi soluğu kesilmiş durumda. Baskıyı kendi üzerlerinde de hisseden, fakat direnen arkadaşları geçtiğimiz günlerde Antalya Belediyesi önünde eylem yaptılar. Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın sadece Antalya’da bin 350 üyelerinin tehditle istifa ettirildiğini söylüyor.
Bem-Bir-Sen İzmir Şube Başkanı Hanifi Ertuğrul Çolak ile görüştüm. Sadece Kemalpaşa, Torbalı ve Ödemiş’te 300 üyelerinin baskı sonucu KESK’e bağlı sendikaya geçtiğini ifade etti. Çolak, kendisini asıl üzen şeyin arkadaşlarının sendika değiştirmesinden çok, “TSK’ya silah bırakma” çağrısı yapan bir sendikanın belediyede nüfuzunu arttırması olduğunu söylüyor. Çolak: “Çanakkale şehitlerinin kemikleri sızlıyor. İzmir bunu hak etmiyor” diyor.
Seçim bitti. Makyaj döküldü. Kimin emek sömürü yaptığı, kimin sendikal mücadele adı altında bir yanda darbecilerle, diğer yanda bölücülüğü savunan ve ülkeyi terör belasına mahkûm eden anlayışla iş tuttuğu daha şimdiden ortaya çıktı.
Dışarıdan bölücü siyaset destekli CHP-İP ittifakının küçük iktidar alanlarında nasıl bir sınav verdiğini görmek için 1 ay dahi yetti. Bolu Belediye Başkanı’nın mülteci düşmanlığı sonrasında başlattığı işçi kıyımı, İzmir ve Antalya’da yaşanan sendikal baskılar, aslında “sol ve uzantılı müttefiklerinin” “emeğin namusuna” ve çilekeş Anadolu halkına bakışında hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor.
Darbecilerin tankına selam çakıp; emekçilerin, öğrencilerin, öğretim görevlilerinin velhasıl on binlerce insanın hayatını çalan sendikalar ve yöneticileri kısa bir süreliğine zafer sarhoşluğu yaşayabilirler.
Fakat hiç olmazsa ağızlarındaki şu “emekçinin hakkı” sakızını çıkarsınlar. Artık bu kadar yalan ve istismarı, midemiz kaldırmıyor.