Sosyal medya mecralarında yüzbinlerce aktif hesap var. Bunların bazıları seçkin gazeteci aydınlara, üniversite hocalarına ve milletvekillerine aittir. Bütün bu hesaplar ortak bir içeriğe sahiptir. Hepsi de Batı’yı İslam’ın düşmanı gibi tasvir etmektedir. Her bir olayda, konumda ya da siyasi açıklamada -uzağa bile kalmadan daha yakın gelecekte bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını idrak etmeksizin- kurgu İslam’a karşı savaş açıldığı üzerine yapılmaktadır.
Kanaatimce işin daha vahim yanı bazı büyük gazetecilerin medya araçlarını yanlış yönde kullanmalarıdır. Zira, kamuoyunda mevcut olan “İslam’a karşı savaş” algısını pekiştirmektedirler. Bu gazetecilerle DAEŞ’in (IŞİD, Devlet Örgütü) söylemlerini karşılaştırdığımızda içerik ve öz itibarıyla arada bir fark olmadığını görüyoruz. Felaket tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Çünkü, bu içeriklere muhatap olan genç nesiller, DAEŞ’in fikriyatına yatkın bir ortamda büyümüş olmaktadır. Yani bizzat kendimiz, aydın gazeteciler başta olmak üzere sosyal medya mecralarındaki etkili büyük bir kitle eliyle DAEŞ’in fikirlerini yeniden üretmeye devam ediyoruz!
Bu tespiti yaparken çıkış noktam şurasıdır: Devlet Örgütü’nün fikriyatı Batı’yı İslam düşmanı olarak gösterip çatışmayı sürekli ve açık tutma üzerine kurulmuştur. Bunu yaparken projeleri başarısız olmuş eski İslamcıların fikirlerinden yararlanmışlardır. Oysa bu İslamcılar dünya siyasetinin nasıl işlediğini anlamamışlardı bile. Bu yüzden son derece karamsar bir tablo çizmişlerdi. İsrail’e destek veren her ülkeyi zorunlu olarak İslam düşmanıymış gibi takdim ettiler. Gerçi o dönemde siyasi olaylar oldukça kapalıydı. Bu yüzden kimse İsrail’in Araplar ve Müslümanlar eliyle ortaya çıkarıldığını göremedi. Oysa daha sonra açıklığa kavuştuğu üzere İsrail’in ortaya çıkmasına uygun zemini hazırlayan bizdik! Aynı şekilde şimdi de birçok kişi ümmetin kurtuluş yolunun o olduğunu sanarak DAEŞ’e katılmayı gerekli görmektedir!
Söylemek istediğim ve sıkça tekrar ettiğim esas mesele şudur: Bu yaklaşımın özü hatalıdır. Çünkü İslam Batı’nın da bir parçasıdır. Batı’da yükselmeye başlayan aşırı sağ hareketler İslam’dan önce kendi demokratik sistemlerini tehdit etmektedir. Çünkü bu hareketler, herkesin prensipte reddettiği kavmiyetçilik üzerine kurulu yeni bir Avrupa istiyorlar, esasen Avrupa’yı eski haline döndürmektir hedefleri.
Avrupa ile Müslümanlar arasında tarihte vuku bulan savaşların dinî sebeplere dayandığı söylenemez. Ayrıca bu savaşlarda verilen kurbanların büyük çoğunluğu yerel zalimler eliyle can vermiştir. Mesela Fransızlar Cezayir’i işgal etmiştir. Ama sömürge döneminde yüz binlerce Cezayirli’yi öldüren Ezvad kabileleridir. Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Mısır, Sudan, Fas, Polisaryo… Buralarda da durum farklı değildir, kurbanların katilleri çoğunlukla yerli güçlerdir. Sykes-Picot Anlaşması sadece Batı’nın isteği değildi. Zira İslam dünyasında iç bölünme ziyadesiyle vardı.
Şimdilerde milyonlarca Müslüman yaşama hakkına kavuşabilmek için Batı’ya hicret ediyor! Çünkü bütün bir İslam dünyamızda anayasalar ve kanunlarımız kavmiyetçi, hatta ırkçı yaklaşımlarla hazırlanmış durumdadır! Bu ırkçı özellikleri sebebiyle devletlerimizin mevzuatı diğer Müslüman kardeşlerini kucaklamaya ve onlara eşit kardeşler muamelesi yapmaya imkân tanımamaktadır. Ne yazık ki bu imkânı tanıyan sadece Avrupa ve Batı devletlerinin mevzuatıdır.
Önce ırkçılık elbisesini çıkarın, ondan sonra İslam’a karşı savaştan söz edin…
Çeviri: Fethi Güngör