Sonuç itibarıyla “Devlet Örgütü” (DAEŞ/IŞİD) (köken açısından) -siyasi işleri makul ve mantıklı bir şekilde yönetme yeteneğinden yoksun- anarşist örgütlere dayanmaktadır. Propaganda üslubu itibarıyla da -bölgedeki ilk anarşik akım olan, kaotik ve hamasi sloganlarıyla caddeleri doldurmayı başarabilen- İran Devrimi ekolüne dayanmaktadır. Mesela (Tahran’daki) Amerikan Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi vb. eylemleri bu şekilde gerçekleştirmişlerdi. Bu yöntemi benimsemelerinin amacı genç nesillerin düşünme yetilerini kontrol altında tutmaktır.
Bütün bu vasıflar İran Devrimi’nin dışarıya ihracıyla birlikte bölgeye de taşınmış oldu. İlk adım Irak’ta atıldı. İran o dönemde yasak olan grupları destekledi. Bu politika iki ülke arasındaki gerginliği tırmandırarak nihayetinde uzun süren bir savaşın içine sürükledi! Daha sonra Lübnan’a yöneldi. Emel ve Hizbullah gibi Şii partilerin rolünü güçlendiren destekler sağladı. Bu müdahaleler ülkenin siyasi ve mezhebî dengesinde tehlikeli değişimlere yol açtı. Bu olumsuz durum ülkede hâlen aynı şekilde devam etmektedir.
Devrim ihracı daha sonra Filistin’e yöneldi. İran Filistin projesini bütünüyle sahiplenmeye yeltendi. Böylece millî Filistin davası İran’ın sahiplik ettiği salt dinî bir davaya dönüşüverdi. “Kudüs Günü”nü ihdas etti, “Kudüs Ordusu” kurulacağını duyurdu, İsrail’in ortadan kaldırılması düşüncesini benimsedi, buna benzer başkaca adımlar daha attı.
Bütün bunların hiçbirisi asla gerçekle bağdaşmıyordu. Ancak, bu süreçte bölgedeki siyasi hareketler ve partiler düzeyinde tarihî bir bölünme yaşandığına şahit olduk. Sünni’siyle Şii’siyle bütün Arap İslami güçler İran-Irak savaşında blok hâlinde İran’ın yanında yer aldı. Aynı şekilde laik güçler de Irak’ın yanında yer aldı. Bu ayrışmada anarşik güçler de, -baskıcı rejimin tarafını tutmayı tercih eden laik güçlere karşılık- dengede İran tarafını tutmuş oldu.
İşte tam da bu süreçte El-Kâide örgütünün ortaya çıktığı görüldü. Destekçilerini avlayabilmek için son derece parlak sloganlar kullandı. Ancak, Irak’ın işgalinden sonra süreç içinde bir anlaşmazlık vuku buldu. El-Kâide vb. örgütlerin liderliğindeki Sünni Proje ile İran liderliğindeki Şii-Farisi Proje alanda yarışmaya başladı. İşin başında bu iki proje arasında çatışma öngörülmemişti. Lakin alandaki menfaatler çatışınca süreç de bozulmaya yüz tuttu. Böylece her iki projenin de kaotik yüzü belirmeye başladı. Elan kanlı görünümünü seyretmek zorunda kaldığımız durumun izahı işte budur!
Şayet İran gerçekçi bir siyasi proje üretmiş olsaydı; hem iktisadi hem de siyasi açıdan muazzam bir bölgesel güce ulaşabilirdi. Keza, Devlet Örgütü (DAEŞ) siyasi bir akılla hareket edebilmiş olsaydı Ortadoğu’da büyük bir yeni imparatorluk kurabilirdi. Ancak böyle olmadı. Şurası kesin bir hakikattir ki; istibdat rejimleri asla bir gelecek kuramazlar. Aynı şekilde anarşik hareketler de asla başarılı bir hayat modeli inşa edemezler.
Meselenin özü şudur: Bir tarafta baskıcı Arap rejimleri, öbür tarafta mevcut kaotik ortam. Bu ortamda farklı görüşlere sahip Arap aydınlarını kendisine çekebilen tek bir dengeli proje bulunmaktadır: Filistin Kurtuluş Örgütü projesi. Zira, bir taraftan İsrail’e karşı akılcı bir tutum belirleyebilen, öbür taraftan da ümmeti iç çatışmalardan uzak tutabilen yegâne güç budur. Üstelik bazı grup ve örgütleri de dışlamamaktadır. Ama ne yazık ki İran -Büyük İslami Proje söylemiyle- çatışma hattına müdahil oldu. Zaten İran önce Arap aklını, ardından da Filistinlileri bu söylemle etkisi altına aldı. Henüz toplumda bir ayrışma söz konusu değilken Filistin’de iç bölünme fikrini yeşerten İran oldu. Aynen günümüzde Yemen, Irak, Suriye, Bahreyn ve diğer ülkelerde iç bölünmeye zemin hazırladığı gibi…
Özetle; DAEŞ, felaketten başka bir şey getirmeyen akıldışı kaos hâlinin uzantısından ibarettir!… (Devam edecek).
Çeviri: Fethi Güngör