Biz sadece kendimize zulmettik.
Başkalarının müdahalesine gerek kalmadan terk ettik en güzel hasletlerimizi. Yarınlarımız vardı dua burcunda yıkanan. Onları da verdik bir hiç uğuruna. Uğurumuz yenildi koca dünyanın kör döngüsü içinde.
Kimsenin zorla elimizden almaya çalıştığı bir hayat yoktu ortada. Biz tercih ettik erken pes etmeyi ve bıraktık her şeyi boşluklara. Zamanın raksı bir yuvarlakta dönüp dururken yaşadıklarımız bir şarkının hep aynı notasında takılı kaldı sanki. Buğulandı birden dışarıyı seyre daldığımız pencereler. Düşünceler denizinde gezinirken “Sele verilen bir ömrün içinde kaybolan ne çok şeyimiz varmış meğer” cümlesini tekrarlayıp durdu dilimiz. Göğe doğru uzanan minareydi ama yıkıldı birden ümitlerimiz.
Ümit kaybolunca bir şehrin sokaklarında kaybolur insan. Önce kendini kaybeder sonra yaşadığı hayatı ve şehri. Biz bir hayat kaybettik belki de farkında olmadan. Sonra bir şehri, adı İstanbul, Ankara, Bursa, Konya veya Mardin olan… İsimi önemli değil yanı başımızda duran…
Ama asıl biz, sayıklama nöbetleri içinde kendimizi kaybettik. Saatin tik takları, takvimlerin özel gün durakları ve tarihin tozlu raflarının üzerimize attığı toprak bizi diriltir mi dersiniz? Karanlıklarda boğulmayı tercih eder ve kabullenirse içinde bulunduğu durumu insan, yaşadığı hayat mezar olur kendine. Fakat iç dünyasında aydınlığa dönük bir parça özlem varsa veyahut insan içine sokulduğu tabutu erken fark eder ise bir an dahi durmak istemez oracıkta.
Peki, ama bu nasıl mümkün olacak? Cevap basit: İçindeki cevheri kaybetmediyse gömüldüğü yerden tekrar yeşerir insan… Tıpkı bir tohumun toprağa düşmesi gibi… Fakat bolca suya ve gün ışığına ihtiyaç var. Yani ışığımızın ve bize can bahşedecek suyun damarlarımızda gezinmesi gerek. Bunun için de bizi biz yapacak köklerimize muhtacız. Ne kadar derine uzanırsa bizi o kadar güçlü kılacak köklerimiz zaman ve mekân madenini bir dedektör hasisliğinde tarayarak akıl ve gönül hanemize hikmetin her türünü taşıyacak ki canlansın ruhumuz. Ve yeniden doğsun ruhla birlikte beden ve bedenle birlikte ulvi aksiyonumuz.
Bak işte yeni günün ilk ışıkları seni çağırıyor. “Kalk artık” gitme zamanı geldi buralardan. Üzerindeki topraklardan sirkelen ve bir adım at. Hiç değilse parmağını kımıldat. Kalbinden geçen cesareti buldun mu? Bir isyan başlatmalısın kör karanlıklar içinde uyuyan insanlığa karşı.
Özellikle sen Ey Genç Adam! Bir şiir yaz ne olur? Bir türkü çığır, bir masal anlat, bir fikir ver, bir hayal kur ya da bir tarih sor kendine… “Bu uyanış ne zaman?” diye…
Zira seni sen yapacak olan tarih, kültür ve medeniyet bağlarını kestiler. Sararıp solunca da öldü diyerek tabutlara koydular. Bugün toprağın altıda her şeye rağmen nefes alıp veriyorsan bil ki kıyama da kalkabilirsin. Çünkü sen bir devsin ve de yükü ağırdır devin…