Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98. yılını kutluyoruz. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında işgallere karşı başlayan Milli Mücadele yıllarındaki çetin savaşların sonunda kurulan yeni devletimizin neredeyse bir asırlık yaşı hepimize gurur veriyor. Temennimiz, Orta Asya’dan itibaren tarihte kurulan Türk devletlerinin maddi, manevi mirasçısı Cumhuriyetimizin her zaman ve her yerde mazlumların koruyucusu olması için daha da güçlenerek ilelebet devam etmesidir.
Osmanlı devletinin sona ermesi ve cumhuriyete giden süreç elbette kolay olmadı. Bir asır öncesinin büyük devletleri İngiltere, Fransa ve Rusya arasında değişik zamanlarda dünyada sömürgeleştirilmeyen yerler olarak kalan Osmanlı coğrafyasının muhtemel yıkılma sürecinde topraklarının paylaşımı için çok sayıda görüşmeler ve antlaşmalar yapıldı. Osmanlı devleti, Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşına katılınca, İtilaf devletleri tüm güçlerini onun üzerine yönelttiler. Dört cephede açılan savaşın yıkıcılığına Osmanlı devletinin dayanma gücü yoktu.
1918 yılına doğru savaşı kaybeden taraf Almanya ve Osmanlı devletinin olduğu cepheydi fakat itilaf devletleri de yorgundu ve barışa meyilliydi. Rusya zaten 1917 Ekim devrimi ile savaştan çekilmişti. Padişah 5. Mehmet Reşat’ın vefatıyla, 4 Temmuz 1918’de tahta geçen 6. Mehmet Vahdettin’in ilk işi ateşkese gidecek süreci başlatmak oldu. Talat Paşa kabinesi istifa ettirildi ve yerine Ahmet İzzet Paşa kabinesi kuruldu. Büyükada’da tutuklu olan İngiliz General Townshead’ın arabuluculuğu ile Mondros’ta İngiliz General Calthorpe ve Rauf Orbay başkanlığındaki heyetler görüşmelere başladılar. Aslında İngilizler, Osmanlı delegasyonunun önüne ateşkes antlaşması metnini koyarak imzalamalarını, aksi takdirde savaşın tekrar başlayacağı tehditlerinde bulundular. Padişah Vahdettin’in “mutlaka sulh yapılsın” tembihlerinin de etkisi altında 31 Ekim’den geçerli olmak üzere Mondros Mütarekesi imzalandı.
Asıl mesele bundan sonra başladı. İtilaf devletleri, Mütarekenin 7. Maddesine dayanarak İstanbul ve ülkenin dört bir yanından işgale başladılar. Mütareke şartlarına göre İstanbul’da hükümetin eli kolu bağlı kalmıştı; zaten 13 Kasım itibariyle de itilaf devletleri filosu İstanbul’a gelmiş ve işgale başlamıştı. Yani Osmanlı devleti fiili olarak fonksiyonlarını kaybetmiş oldu.
Mustafa Kemal Paşa bu şartlar alında görevli olarak 9. Ordu Müfettişi unvanıyla Samsun’a geldi. İşgallere karşı halk teşkilatlandırıldı ve düzenli ordunun temelleri atılarak mücadele başlatıldı. İnönü Savaşları, Eskişehir, Kütahya, Sakarya ve Büyük Taarruz süreçleri Türkiye için var olmakla yok olmak arasındaki bir mücadeleydi. Milli Mücadele başlayıncaya kadar İtilaf devletleri, İstanbul ve Anadolu’yu paylaşmışlar ve haritalar yayınlamışlardır. Asırlar sonra İstanbul’a tekrar sahip olmanın, Türkleri Anadolu’dan atma planlarının hazzını yaşıyorlardı. Bin yıllık Türk tarihi içinde, bu süreçte yaşananlar ve işgaller cehennemi andıran günler ve yıllardı.
Milli Mücadeledeki askeri başarı, milletin ölüme koşarak atılması Anadolu üzerinde hayaller kuranların sevinçlerini yarıda kesti. Mudanya Mütarekesine kadar süren askeri başarılar, İstanbul ve Anadolu’ndan Türklerin atılamayacağını ve bunun çok pahalı bir bedel olduğunu işgalcilere öğretti.
Bu başarılar üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Aslında Cumhuriyet fikri, Türklere yabancı bir şey değildi. 1826’dan itibaren Sultan II. Mahmut’un da taraftar olduğu, o günün şartlarında tartışılan ve hatta ömrü vefa etseydi ilan etmeyi düşündüğü bir yönetim şekliydi.
Bu nedenle devletimizin değerini bilelim. Devletin olmamasının ne demek olduğunu Milli Mücadele yıllarını çok iyi okuyarak anlayabiliriz. Allah o günleri bu millete ve topraklara bir daha yaşatmasın.
Devlet-i ebet müddetimiz ilelebet payidar olsun.