Cumhurbaşkanı’nın seyahatinde gazeteci olarak yer almam için davet geldi. Valizimi hazırlamaya başladım ama nereye gideceğimizi bilmiyorum; soğuk mu sıcak mı?
Soğuk bir ülkeyse, pijama takımı, sıcak bir yerse bir kapri yeter.
Peki, Cumhurbaşkanı’nın uçağına valiz fazla gelmez mi?
Ne varsa doldurduk öyle görmemişler gibi…
En iyisi şöyle yapayım; bir fotoğraf makinesi, bir küçük not defteri bir de küçük bir el çantası alayım.
Ohooo! Ben her gün Cumhurbaşkanı’yla uçuyorum havasını basmak için böylesi daha iyi…
Vakit yaklaşıyor, bir taksi çağırayım. Kimse beni beklemez. Cumhurbaşkanı uçağına ilk kez bindiğim belli olmasın, bir acemilik yapmayayım.
Geç de kalmamalıyım ki, herkesten önce orada olmak da karizmayı çatlatabilir. Bütün milletin asık suratlı gözleri bana doğru çevrilir, bakışlar altında erir giderim.
Taksi tam zamanında geldi ama bu trafik beni havaalanına vaktinde ulaştıracak gibi görünmüyor.
Şoföre “Biraz hızlan! Geç kalıyorum.” dedim. Demez olaydım. Sesimin tonunu ayarlayamamış, bir sert çıkmış, emri yapmış olmalıyım ki, “Abi burası Ankara, hız yapacak yolu göster de oradan gidelim” diyerek beni enikonu tersledi.
Şoförle irtibatım bu dakikadan itibaren kesildi. Yol boyunca sesimi çıkaramam artık. Her şeye razı gelmekten başka çaresi kalmamış olanların yaptığı gibi arka koltuğa gömülmüş vaziyette devam ettiriyorum kalan yolu.
Uçağın kalkmasına yarım saat kaldı. Önümüzdeki yol mümkün değil zamana kadar bitirilemez.
Terler boşalmaya başladı ensemden…
Hayatımın kalan kısmında Cumhurbaşkanı’nın uçağını kaçırmış bir gazeteci olarak anılmaya sayılı dakikalar kaldı.
Fakat şunun bilinmesini isterim ki, Cumhurbaşkanı’nın uçağını kaçırmamın tek sorumlusu, ön tarafta, pos bıyıklarıyla direksiyon sallayan, ben arkada beden diliyle tedirginliğimi belli etmeye çalıştıkça, hiçbir şey yokmuş gibi radyosunu karıştıran ve ne kadar İç Anadolu uzun havası varsa dinlemek zorunda bırakan taksi şoförüdür.
Bir taksi şoförünün, bir insanın geleceğine bu kadar etki edebileceğine inancı olmayanlar varsa gelsin bu yazıyı okusunlar.
Şimdi beni gazeteden de atarlar.
Cumhurbaşkanı’nın uçağına yetişemeyen gazeteciyi ne diye tutsunlar ki bünyelerinde?
Dahası, artık hiçbir gazetede iş de bulamam.
Cumhurbaşkanı’nın uçağına yetişemeyen gazeteciye kim ne diye iş versin ki bünyelerinde?
Hâlbuki işe başvuruda ilk sordukları soru, “Cumhurbaşkanı’nın uçağına binebilir misin?” olmuştu.
Ben de gerine gerine, “Ohoooo! Cumhurbaşkanı ne ki, Obama’nın uçağında bile yerim hazır” cevabını vermiştim.
Başka soru da soramamışlardı haliyle. Oracıkta işi kapmış, istediğim maaşı da almıştım.
Şoförün havaalanına yaklaşırken daha yavaş gittiği hissine kapılıyor olmamın, içinde bulunduğum ruh halinden kaynaklanmadığını Cumhurbaşkanı forsunu taşıyan uçağı havada tam da taksinin üstünden geçerken anlamış bulunuyorum.
Ömrümün en kötü, karizmamın en berbat anındayım. Şoför koltuğunun altında sapını gördüğüm beyzbol sopasını kapıp şu suratsız posbıyıklıya dalsam mı diye düşünüyorum. Yok yok bunu yapabileceğimi sanmıyorum. Ağlamak istiyorum…