Yukarıdaki cümle İsa’dan sonra III. asırda yaşayan Tertullian’a ait. İsevilik’in (delil kifayetsizliğinden) uzunca bir dönem amentü haline getirdiği itikadi bir ifade: ”İnanıyorum, çünkü saçmadır”.
Tertullian, ilginç bir kişilik. Kartaca’da yaşayıp Latince yazan ilk Hıristiyan yazar olduğu sanılıyor. Malum İncil’in orjinali, Semitik bir dil olan Aramca idi. Onun, Trinity (üçleme) kavramını kullanan en eski popüler yazar olması muhtemel.
Kuşkusuz her inancın rasyonel olması gerekmez ancak itikadın istinat ettiği bilginin irrasyonel olması da düşünülemez. Hele de o bilgi, hayatınıza yön veren felsefenin omurgasını teşkil ediyorsa. Oysa zaman zaman savunduğumuz şeyleri o kadar saçma temeller üzerine inşa edebiliyoruz ki tevhitten teslise/şirke atladığımızın ayırdına dahi varamıyoruz!
Arayıştan vazgeçmeyen kimi modern zihinler, Aristo mantığından kuantum mantığına esrarengiz sıçramalar icra ederken olimpiyat tarihinin uzun atlama rekorlarını ekarte ediyor. Kuantum mantığı kuşku yok ki bakir olduğu kadar da doğurgan bir saha. İnsanoğlunun yüzyıllar boyunca elde ettiği tüm kavramları ve kavramsallaştırma usullerini altüst edebilecek bir kudrete sahip; aynı zamanda bedeli, delilik olan bir kumar. Yine de tüm bilimlere ve felsefeye tahakküm etmeye başlayan kuantum kavramının, bir tılsım gibi, fizik ve metafizik alemin gizemi çözülmeyen esrarlarını çözmememize kapı aralaması mümkün görünüyor.
Aslında devrinin en beylik totolojisini Aquionalı Thomas serdetmişti: “Anlamak için inanmak, inanmak için de anlamak gerekir.”
Bu, tam puanı hak eden bir söz!
Yine de dün olduğu gibi bugün de yaşadığı çağın hakikatlerini kavramakta direniyor insanoğlu. Hak ile batılı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini ayırt etmek bu kadar güç değil ki! Kabul, her şeyde neredeyse her şeyde gri tonlar bir sis gibi sarmış etrafı. Bugün hakikat diye inandığımız kimi şeylerin zamanla yanlışa evrildiğini, batıl diye zemmederek uzak durduğumuz kimi olguların ve kavramların da özünde hakkı temsil ettiğini gecikerek fark ediyoruz. Bir modern insan olarak hayatı okuyup anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Çünkü şeytanın kendini haklı çıkarmak için İncil’den iktibas yaptığı demlerden geçiyoruz. Darüşşifamızın hayat ağacında tam bir kaos hakim. Ancak şunu anladık ki kaos bitmeden kozmos ortaya çıkmayacak.
Bu söylediklerimizi somutlaştırmadan anlamak belki zor olacak ama vereceğimiz misaller yeni tartışmaları fitilleme potansiyelini haiz. Ardından ortaya çıkacak mugalata arbedesinde, hakikati ıskalama olasılığımız yüksek olduğu için bırakalım örnekler okuyucunun zihninde tasavvur bulsun.
Modern medeniyetin paradoksal gerçeği; özgürleştirerek köleleştirmek, öğreterek techil etmek, teşhir ederek teshir etmek, popülarize ederek yok etmek, konuşturarak susturmak değil mi? Evet, aslında konuşarak özünde susuyoruz. Özü susturuyoruz. Bilgi çağında bu enformatik cehaleti başka nasıl açıklarız ki? Malumat ile ilim aynı şey değildi ki. Bilmek başka anlamak başka değil miydi? İrfansız ilmin ademoğlunu getirdiği yer, rızai kölelikten başka nedir ki?
Her şey O’nu tanıyıp bilmekle başlıyor aslında. Enfüs ve afaktaki kaosun bitmesinin anahtarı bu. Burası, kaybolduğumuz ve kaybettiğimiz yer. O’nu yitirdik, yenildik. O’nu bulduğumuzda kazanacağız.
Son söz sadedinde; yazmaya ´Tanrı öldü mü ki?´ sorusuyla başlamıştık. Soruyu, Taocu bir zahid yanıtlıyor:
“Tanrı öldüyse Hacım! İnsan için ne kaldı geriye, soytarılıktan başka!”
Baki selam…