Enflasyon 30 yıl boyunca yüzde 5 olsaydı, Türkiye’nin kişi başı milli geliri 10 bin dolar değil, 15 bin dolar civarında olurdu”. Erdem Başçı, bu sözleri Şubat ayındaki “Türkiye’nin Başkanlığında G-20 Gündemi” konferansında söylemişti.
Erdem Başçı’nın ekonomiye dair “söyledikleri” ile gerçek dünyada yaşananlar arasındaki makasın ne kadar açık olduğunu göstermesi açısından Başçı’nın bu sözünün bende ayrı bir yeri vardır. Geçenlerde kardeşimin, ünlü iktisatçı Ha-Joon Chang’ın “Sanayileşmenin Gizli Tarihi” kitabından yaptığı bir alıntıyla birlikte Başçı’nın bu sözlerini hatırladım ve seneler evvel okuduğum bu kitaba tekrar bir göz attım. Ve hayretle gördüm ki -kardeşimin de alıntıyı yaparken söylediği gibi- kitabın “Finansal ihtiyat çok mu ileri gitti?” bölümünde Chang’ın sözleri sanki direkt olarak Erdem Başçı için söylenmişti. Bir başka deyişle Ha-Joon Chang Erdem Başçı’ya karşıydı…
Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikasını eleştirmeye cüret edebilenlere (!) karşı genel tavır, Merkez Bankası çalışanlarının alanlarında “uzman” kişiler olduğu ve bu kişilerin -ve tabii ki Erdem Başçı’nın- ne yapılması gerektiğini “çok ama çok iyi bildiği” şeklinde oldu hep. Türkiye’de ekonomi alanında hiçbir şekilde derinlemesine bir tartışmanın yaşanmadığını hesaba katarsak bu pratikte çok da yanlış bir strateji değildi. Ne de olsa durum ne olursa olsun vakur görünmek; tartışmanın ve eleştirinin olmadığı, ya göğe çıkarılmanın ya da yerin dibine geçirilmenin geçer akçe olduğu yerde uygun bir stratejiydi. Hem de Merkez Bankası’nın itibarı söz konusuydu. “Çok ciddi ve kravatlı adamlar” hele bir de kendilerinden çok emin görünüyorlarsa ve sağlam laflar ediyorlarsa ne itibarlı olurlardı. Hem de çok ciddi ve kravatlı olmak, kamuoyunu argümanınıza ikna etmeniz için de yeterliydi.
Kardeşimin Chang’dan yaptığı alıntı aşağı yukarı şuydu: “Merkez Bankası’na tek hedef olarak enflasyonun kontrol altına alınmasını vermek, gelişmekte olan bir ülkenin yapması gereken son şeydir.” İşte tam da bu anda üç ay öncesine döndüm ve Başçı’nın o sözlerini hatırladım: “30 yıl boyunca yüzde 5 enflasyon olsaydı, şimdi kişi başı milli gelir 10 bin değil, 15 bin dolar olurdu.”
Kitapta Chang, Başçı’ya cevap veriyor demiştim. Chang, bunu Brezilya ve Güney Kore örnekleriyle yapıyor. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Brezilya’da yıllık enflasyon yüzde 42 oldu. Brezilya’nın neoliberal anlayışı benimsediği 1996-2005 döneminde ise enflasyon ortalama yüzde 7 idi. Erdem Başçı eğer Brezilya’nın Merkez Bankası Başkanı olsaydı, “1960’lı ve 1970’li yıllarda da enflasyon yüzde 7 olsaydı, 1996-2005 arasında olduğu gibi ne de güzel ekonomik büyüme sağlardık” derdi. Ve tamamen yanılırdı.
Olan şuydu: Ortalama yüzde 42 enflasyonun yaşandığı o “karanlık” günlerde, Brezilya’da kişi başı milli gelir yılda tam yüzde 4.5 arttı! Yakın zamandaki düşük enflasyonlu, “neoliberal anlayışın ışığıyla aydınlanmış” o dönemde ise kişi başı milli gelir yılda sadece yüzde 1.3 arttı.
Yetmedi mi? Chang’ın memleketi Güney Kore’den örnek verelim: 1960’lı yılların başında Güney Kore, Afrika ülkelerinden bile daha fakirdi. Bu dönemde başlayan ekonomik reformla birlikte bir “mucize” yaşandı ve Güney Kore’de sonraki 30 yıl boyunca kişi başı milli gelir yılda yüzde 7 arttı! Bu sadece 10 yılda kişi başı milli gelirin ikiye katlanması demek. Sonuçta da Güney Kore bizim üç katımız kadar zengin hale geldi! Erdem Başçı, eğer Güney Kore’nin Merkez Bankası Başkanı olsaydı, yaşadıkları mucizeye bu dönemdeki yüzde 5 enflasyonun çok büyük katkısının olduğunu söylerdi. Ve yine tamamen yanılırdı: Güney Kore’de “mucizenin” yaşandığı 1960’larda ve 1970’lerde enflasyon yılda ortalama yüzde 20 idi!
Geçenlerde de söyledim: 2014 tarihli çok geniş kapsamlı bir çalışmada da bulunan sonuç şuydu: Yüzde 17’ye kadar enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etkisi yok! Bunun gibi de tonla akademik çalışma var. Ve -Chang ve ben de dâhil olmak üzere- birçok iktisatçı da ılımlı enflasyonun özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümeyi destekleyici bir faktör olduğunu düşünüyor. Bizim Merkez Bankası ise “ekonomik gerçekliğin anahtarını” elinde tuttuğu şeklindeki ultra dogmatik anlayışında ısrar ediyor. Türkiye’deki derinliksiz tartışma ortamı sağ olsun. Çok ciddi ve kravatlı olmak yetiyor.