Çocukluktan çıkagelir bir ‘flash bellek’

Abone Ol

Sessizlik de gürültülü olabilir.

Çocukluktan çıkıp gelmiş bir ‘flash bellek’ insanın iç dünyasını, kendinde sakladığı, kimseye göstermediği nice yarasını deşer. Fotoğraflardan, günlüklerden, müziklerden ve görüntülerden oluşan elektronik sandığın kilidi boşalınca odaya sis bulutu çöküyor, “Bir şans daha olsa, şu yol ayrımındaki kararı değiştirip öteki yola girseydik” pişmanlığı kaplıyor ruhunu.

Hayattaki yenilgileri, hüzünleri, düş kırıklıklarını, sevinçleri, gururları depolayan dijital ardiyenin kapısı gıcırtıyla açılınca; insanın içinde bastırdığı, gözyaşlarından rutubet kaplamış gönlün kokusu dışarı çıkıyor.

Mahrem anılar kimi zaman kısa tebessümler yerleştirse de dudak kıvrımına, USB’deki sanal dünya içine elini uzattığında dokunamıyor, geçenleri ve gidenleri geri getiremiyorsun.

Kaybettiklerin, unutmak zorunda kaldıkların mahzun gülümserken; ağzında acı ile sallanan bir diş gibi, boşlukta sarsılıyorsun odada…

Sanki bir hayalin içine karışmış gibi olsan da hafıza diskinde saklanan aslında yaşadıklarının kaydedildiği görüntüler. Ruhunu örten paslı bir demir kapı olan tenini kaldırdığında, pul pul olmuş deri sıyrılınca küflenmiş anılar da ortaya saçılıyor. Ara sıra yanıp sönen bir floresan lamba içinde ışıyor. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerde duruyor gibi oluyorsun. Kalbinde hiçbir zaman söndürmediğin bir mum ışığının yandığı ‘kilitli oda’ aralanınca, eski sokaklara çıkamıyorsun. Cep belleğinde ne güneş, ne ay ışığı, ne rüzgâr, ne soğuk hissediliyor; zaman, uzak bir çizgi gibi üzerine karanlık çökmüş olarak akıyor.

Hatırlamak gerçekten güzel midir?

Hatıralar kar taneleri gibi uçuşunca etrafta, her biri kırılgan ve eşsiz, yere düşmeden avuçlarda eriyip gidiyor. Uzanıyor; ama dokunamıyorsun eski görüntülere… Kavradığı ince belli bardakta adeta çay çabuk bitmesin diye dilinde ve damağında emerek tadını uzatan yaşlı kadın orada, ellerini açmış teslimiyet ile dua eden adam orada… Bu arada zihnin kıvrımlarında kimsenin duymadığı acıklı bir müzik yankılanıyor, eski görüntüler çıkınca…

‘Flash bellek’ dediğimiz, insanların hüzünlerini, anılarını istiflediği bir laterna. İnsan sesi, olağanüstü bir müzik aleti… Çocukların kelimeleri yanlış telaffuz etmesi gibi ‘sevimli’ geliyor tanıdık; ama unutulmuş sesler yeniden, matemli kulağa… “Giden gelmiyor, nedendir” diye düşünürken; kapısı ve anahtarı olmayan bir kafeste yaşadığını hissediyorsun.

Sessizlik nasıl bu kadar gürültülü olabiliyordu? Oysa düşüncelerin kelimelere ihtiyaçları olur, kelimelerin ise seslere… Notalar ağaçlarda yetişmiyordu. Sessizlik, söyleyemediklerimi anlatıyor.

Garip bir duygu, sevdiklerimize en söylenecek şeyleri zamanında söyleyemiyor, söyleyebildiğimizde de zaten onlar bizi duymuyor oluyor.

Flash bellek anıların mezarıdır.

Mutluluklarımızı gömdüğümüz sanal kabir…