Mülteci; dini, dili, ırkı, belli bir gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle işkence görmekten korkan yahut işkence gören kişilerin ülkelerinden başka ülkelere sığındığı kişilere denir. Kavram, din üzerinden gidilecek olursa Müslüman alemi için büyük önem arz etmektedir.
Aslına bakarsanız bu kavramı kullanmak bana ters geliyor. Nereden gelirse gelsin, ne sebeple gelirse gelsin ülkemize sığınan Müslüman kardeşlerimizi mülteci etiketiyle etiketlemek, onların değerini sanki gözümüzde düşürüyor gibi hissediyorum. Özellikle etiket olarak onlara çok rahat bir şeyler yapıştırabiliyorken kendimize bu konuda hangi etiketi yapıştırdığımız da meçhulken… O yüzden gelin, bir boyut değişikliği yaparak mültecilik kavramına muhacir, kendimize de “ensar” diyelim.
Kavramlarda anlaştık. Şimdi sıra geldi, kavramları idame ettirmekte. Çünkü ensarım, dediğin an belirli yükümlülükler altındasın. Onca sığınan, eziyet çeken, yoksulluk çeken, aç, susuz, üşüyen insan var ve “ensarlık” bekliyorlar. Sana sığınıyorlar! Sensin sonuçta, yüzyıllar boyu mazlumun, yardım isteyenin, sığınanın yanında olan, onlara kol kanat geren… Geçmişte dünyaya hoşgörü nedir, insanlık nedir, sahip çıkmak nedir’i öğreten… Unuttun mu yoksa? Müslüman olmayanlar bile senin adaletini, korumanı isterken, en büyük ensar aslında senin deden değil miydi…
Yoksa artık dedelerin (de) sadece dilinde mi? Mesela aylardır Havalimanı’ndan ülkeye giriş yapamayan orada insanlık dışı muameleler gören, çocuklarının gözü önünde ağır fiziksel şiddetlere maruz kalan ve tek suçu Müslüman olmasından sebep ülkesine, ölüme gönderilen ve yolculuk esnasında bile bir dünya tacizlere maruz kalan Abdukhalil Hoca’nın hikâyesini anlatsak, sızlamaz mı dedelerin kemiği? Öbür dünyada, bizi böyle mi temsil ettiniz, demezler mi? Yoksa hoşgörü, sığınma, ensar dediğimiz kavramlar, politikalara mı bıraktı yerini?
Belki de artık gerçekten politikalar, avcının şahitliğine bırakıyor avın kaderini… Peki, Müslüman düşmanı olan kişilerin istihbaratı ne zamandır Müslümanların üzerinde etkili? Bir yerde İslam ve terörizmi bir arada tutmuyorken diğer yerde İsrail, Rusya, Tacikistan, Özbekistan, Kazakistan’dan gelen istihbaratlara dayanarak “bu kişi teröristtir” denmesinin manası nedir?
Sadaka, belayı def eder, ömrü uzatır. 15 Temmuz’da masum ve temiz vatandaşlarımızın sayesinde, sadakalarımız sayesinde tüm dünyaya Türkiye ne imiş açık açık gösterdik. Peki darbe girişiminden sonra nasıl sadaka veriyoruz, nasıl hoşgörülü davranabiliyoruz? Bize sığınan insanları nasıl geri çevirebiliyoruz? E bunları yap(a)mıyorsak o zaman ülkemiz için bir dahaki “girişimlerde” manevi koruma kalkanını nasıl oluşturabiliriz? Aldığımız abdestler, kıldığımız namazlar, verdiğimiz ufak tefek sadakalar, yaptığımız hayırlar, Kazakistan’a ölüme gönderdiğimiz terörist(!) Halil Hoca’nın, eşinin ve çocuklarının kanını temizler mi?