Çocukları İstanbul Sözleşmesi mermileriyle vurmak

Abone Ol

Çocukları İstanbul Sözleşmesi mermileriyle vurmak 

1945 sonrası Kapitalizm dünyaya bir şey dayatmak istediğinde “adı altında” taktiğiyle yaklaşır. Her şeyi bu “adı altında” taktiği ile getirip önümüze koyarlar. Son günlerde yeniden gündem olan ETCEP rezaletine olan tepki de bundan dolayıdır aslında. Millet adın altına gizlenmiş zehiri görüyor ve ona tepki veriyor. Anne, baba, kadın, erkek ve aile gibi hakikatlere saldıran bu ETCEP iğrenç olmasının ötesinde insanlığın devamı için korkunç bir tehlikedir de. Bu tehlikeli dayatma önümüze “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” (ETCEP) adı altında geliyor. Birinci arızası bu -eşitlik, eşitlik, eşitlik- diye okudukları teranenin bizde karşılığı yoktur çünkü bizim böyle bir derdimiz yok. Bu Avrupa’ya ait bir hastalıktır. İkincisi herkes biliyor ki bu meselede asıl dert hiç ihtiyacımız olmamasına rağmen “eşitlik de değil, cinsel kimlikleri bulanıklaştırmak, eşcinselliği yaygınlaştırmak. 2014 yılında bu rezaleti kabul eden siyasiler, bürokratlar ve elbette en başta bunu dayatan AB halkın bu numarayı yutacağını ses çıkarmayacağını zannettmiş olabilirler ama hiç kimse bu taktiği yutmadı. Tepkiler geldi mesele pilot olarak kaldı ve 2016 yılında sonlandı bir daha da gündeme gelmedi. Sistemin içinde aşağılara doğru inildikçe hala eşcinselliğe pek bir hevesli bir kaç sapık idareci kendi sınıfları içinde bir iki atak yaptılar ama karşılarına sağlıklı anne babalar dikilince onlar da geri adım attılar konu kapandı.

2019’un Ocak ayında niye yeniden gündem oldu bu mesele? 

Her şey Akşam Gazetesinin 29/12/2018 Tarihli haberiyle başladı. Haberde, 2014 yılında kalmış, bu gün artık gündem olmayan bir uygulamadan güncelmiş gibi söz edilince millet yeniden tepki verdi. Bu şahane bir şey. İnsanlar çocuklarını AB müktesebatına heba etmiyorlar yani. Konu yeniden gündem olursa yeniden tepki verilir. Ne zamana kadar? Sonsuza dek. Türkiyede hiçbir anne baba evladını eşcinsel sapıkların hezeyanlarına teslim etmez. Sonra bakanlık durumu izah eden, bunun “eski bir uygulama olduğunu, sadece 160 okulla sınırlı pilot olarak kaldığını, devam etmediğini ve etmeyeceğini açıkladı. Konu kapandı.

Yeniden saldıracakla mı?

Hem de nasıl saldıracaklar, hiç durmadan saldıracaklar. Bu “adı altında” taktiği ile saldıran AB, BM, UNİCEF vs… operasyon komutanlıkları saldırmaya devam edecekler. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım AB’ye girmeye çok hevesliyseniz eğer eşcinselliği yaygınlaştırmak zorundasınız. Bunu ele dümdük yüzünüze söylemezler elbette, “eşitlik eğitimi” adı altında gelirler bilmem ne programı adı altında gelirler. Uyanık olacağız, gözümüzü açık tutacağız. “Adı altında” diyecekler alttan alttan vuracaklar. Frankfurt’un arka sokaklarında olduğu gibi, Amsterdam’da olduğu gibi yani her Avrupa ülkesinde olduğu senin ülkende de böyle yerler olacak ve orada her şey serbest olacak. Mecbursun buna. Frankfurt’ta olduğu gibi trafik ışıklarında kırmızıda ele tutuşan erkekler, yeşilde el ele koşan kadınlar koymak zorundasın. Bunları dayatacak bu adam sana, hiç kaçışın yok. Bugün savuracaksın yarın yine gelecek, “yayınladığın TV dizilerine eşcinsel bir karakter koy” diyecek. Yapacaksın bunu yoksa seni almaz. Feminizmi yaygınlaştır diyecek ama bunu da “kadın-erkek eşitliği” adı altında yapacak. Sen ki, “bütün insanlar Allah’ın kuludur ve kullar eşittir üstünlük ancak iyilikte, haramdan kaçma ve helale yaklaşma mücadelesindedir” diyen bir medeniyetin evladı olarak sokaklarında insanları yakan adamlardan eşitlik adı altında sapıklık öğreneceksin, erkek düşmanlığını, baba düşmanlığını, aile düşmanlığını güya “kadın hakkı” olarak benimseyeceksin.

İstiyor msun Avrupa Birliğini? O halde Aynı Almanya gibi, Fransa gibi, İngililere gibi Kadiyanileri getirecekler ve Ahmediye medreselerine mecbur kalacaksın çünkü bu sapıkları İslam adı altında dayatacaklar sana.

Karanlığın kaynaklarına bakmak lazım

Bu ve buna benzer belaları başımıza açan kaynak karanlık noktalardan biri de İstanbul Sözleşmesi. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiş. İstanbulda imzalandığı için de adı İstanbul Sözleşmesi olmuş. Bu da “adı altında” taktiğiyle gelen saldırılardan biri. Sorsan kadına yönelik şiddeti önlemeyle ilgili. Adı öyle çünkü. İngilizcesine baktığınızda “domestic violence” yazıyor yani “aile” değil “eviçi şiddet” demek. Burada anahtar kelime “ev içi” aile yok.

14 Kasım 2018 tarihinde, “TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu”nda “İstanbul Sözleşmesinin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi” alt komisyonun kurulmasına dair karar veriliyor.

Sonra ortaya şu tanımlar çıkıyor: “toplumsal cinsiyet eşitliği” “toplumsal cinsiyet” diye uyduruk bir şeyler. “Erkek” yok “kadın” yok ne var peki; “Toplumsal Cinsiyet” Sonra şöyle devam ediyor “Birlikte yaşanan birey / partnerlerin”lerin “cinsel yönelimleri”.  Hadi bakalım çıkın işin içinden. Ve asıl meseleye geliyor “domestic violence” aile değil “ev içi” yani.

Ne diyor bu İstanbul sözleşmesi? “Kadınların karşılaştıkları eşitsizlikleri ele alarak kırsalda yaşayan kadınlar, Kürt kadınlar, engelli kadınlar ve lezbiyen kadınlar dahil kesişimsel ayrımcılığa maruz kalan veya kalabilecek kadınları etkileyen şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadeleye dönük çabaların desteklenmesi” tavsiye edilir. Konu aslında lezbiyenlik, feministlik, kadın hakkı adı altında aileye çomak sokup askeri tabirle savaş verdikleri düşmanın (Türkiye’nin) sahasını yumuşatmak.

Düzenli olarak gelecekler, sistemli olarak saldıracaklar, hep bir şeyin “adı altında” gelecekler çünkü işleri bu. İki hedefleri var; Aile ve din. Aileye, anneliğe, babalığa saldıracaklar çünkü onlara karşı en güçlü yanımız bu. Hep aile yapsından yenildiler bize yine oradan yenilecekler. Daha önce de bir türlü aile olmadıkları için paramparça olmuşlardı yine aynı yerden çürüdüler, aynı yerden dökülecekler. Sömürge gelirleriyle şimdilik çok zengin olabilirler ama artık ailelileri olmayan, hazlarının peşinde çürüyüp giden bir kültürler. Aldus Huxley’in tarif ettiği gibi şişelerden evlat sahibi olamazlarsa yakın bir zamanda ölcekler evet belki zengin olarak ölecekler ama ölecekler. İstiyorlar ki biz de onlara benzeleyelim çünkü bize karşı korkularını şöyle ifade ediyorlar “bu şartlar altında rekabet adil olmadığı gibi imkansız da”