Suriye’de yaşanan son gelişmeler, CHP’deki savrulmaları bir kez daha gün yüzüne çıkardı.
Millî meselelerde ülke çıkarlarını tercih edecekleri yönünde yapılan tüm açıklamaların, herhangi bir karşılığının olmadığını bir defa daha anlamış olduk.
Sürekli, AK Parti ya da Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan karşıtı olma çabasıyla, konu ne olursa olsun “onlarla aynı yerde durmama anlayışı” Özgür Özel’in liderliğinde de hiç değişmedi.
CHP’nin Suriye politikasının en başından beri “Esed’in yanında olma” anlayışına göre şekillendiğini hepimiz biliyoruz.
Hatta devrilmeden bir gün önce CHP Genel Başkanı’nın yaptığı açıklama, “Esed ile anlaşın.” şeklindeydi.
Suriyeli sığınmacılar konusundaki fikirlerini yazmaya bile gerek yok sanırım.
Son ortaya çıkan zulüm tablosunun ardından hiçbir utanma, nedamet emaresi göstermediklerine göre, bunları yazmamın onlar açısından bir muhasebeye sevk ediciliği de olmayacaktır zaten.
Bunca zulme rağmen bir zalimi lanetleyemeyecek kadar savrulan bir anlayış, “Acaba ruhlarıyla kim top oynuyor?” diye de sorduruyor insana.
Evlerimizde, sıcak odalarımızda uyurken Sednaya’da zalimlerin tecavüzüne uğrayan kadınlarımızdan, ölü bedenleri bile preslenen insanlardan nasıl özür dileriz diye düşünmek hatta utanmak varken hâlâ ve sırf iktidar korkusuyla, “Suriye’de ABD ve İsrail kazandı.” diyecek kadar ruhsuz hâle gelmek başka nasıl izah edilebilir ki?
Bir ana muhalefet lideri, -üstelik ABD ve AB bile ikrar etmek zorunda kalmışken- ülkesinin başarısından neden mutluluk duymaz?
Bu sorunun çok açık cevabı, “2028’de yapılacak genel seçimleri de AK Parti kazanır.” korkusu değil midir?
Suriye’de kaybedenleri kazanmış gibi gösterirken kazananı da kayıpta göstermek çok ciddi bir endişenin belirtisidir.
Zira 2028’e doğru giden yolda, iktidarın önündeki majör iki meseleden biri sığınmacı sorunu iken diğeri de enflasyondur.
Her ikisinde de ciddi çözüm işaretleri belirmişken CHP’nin telaşı anlaşılmaz değildir.
Fakat CHP, hiçbir koltuğun insan hayatından daha değerli olmadığı hakikatini de aynı endişenin içine hapsetmiştir.
Özel, kendisini ziyaret etmeyen Ursula Von der Leyen’e çok içerleyerek “Gidiyor; Erdoğan'la oturuyor, konuşuyor, bir anlaşma yapıyor, el sıkışıyor, işini görüyor.” demiş.
Peki, bir devletin seçilmiş temsilcisi ile değil de sizinle mi anlaşma yapmalıydı?
Kaldı ki Suriye’de ortaya çıkan yeni denklemi kuran siz miydiniz?
Madem size göre Türkiye Suriye’de kaybetti; söz konusu durumu neden bu kadar içerliyorsunuz?
Bırakın Sayın Cumhurbaşkanı kendi kaybıyla uğraşsın.
Baksanıza; ABD, AB, NATO dâhil hepsi kaybedenin ayağına gelmişler nasıl olsa.
Daha önce para verseniz etmeyecekleri lafları ediyorlar; üstelik “Suriye’de kazanan Türkiye’dir. Bölgede önemli bir aktördür.” şeklinde bir sürü de tezvirat yapıyorlar.
Yok yok, aslında bunlar anlaşmışlar ve CHP’yi üzmeye karar vermişler.
Yoksa gerçekle ne lakası var söylenenlerin.
Özel bir yandan, İmamoğlu diğer yandan, Yavaş başka bir taraftan; Kılıçdaroğlu da dış yandan oynuyorlar işte CHP’nin ruhuyla.
Hem de öyle böyle değil.
Ego savaşlarının ortasında kalmış CHP’den geriye bir ruh kaldı mı, bilemiyorum.
Lakin Baykal’ın Suriye’ye ilişkin sözleri sosyal medyada viral olunca anladım ki merkezlerinden epey savrulmuşlar.
Atatürk’ün Hatay, Suriye, Musul zemininden Misak-ı Millî’ye bakışından ise eser yok.
Derde bağlı düşünce, istediği zaman düşünene göre değildir.
“Gece geçmişinizde kaç uykusuz gece saklıdır?” diye soran düşünür, “13 yıldır Suriye’yi düşünmediğim tek bir günüm olmadı.” diyen bir derdin sahibini de işaret ederek işte o dertli kafaya sesleniyor.
CHP’nin ruhuyla top oynayan başka bir çağ gerçeği de sosyal medyadır.
Noah Harari’nin “İnsanlar gerçeğe ya da yalana değil, hikâyelere inanıyor.” cümlesi ise CHP’nin, sürekli ürettiği ve sosyal medyanın gücüne inanarak yaydığı hikâyeleri hatırlatıyor bana.
Yeter ki hikâye olsun.
Öyle ya; insanlar değilse bile yapraklar mutlaka alkışlayacaktır…