Ahmet Eren Soyluer, 16 yaşında 9. sınıf öğrencisi.
Ebeveynleri ayrı.
Anne geçiminin temini için muhasebecilik yapıyor.
Ahmet, son derece sosyal, kendini iyi ifade eden bir çocuk.
Sonra nasıl oluyorsa birden içine kapanmaya başlıyor, okuldaki tüm arkadaşlarıyla iletişimini kesiyor.
“Sosyal hayatı” sıfırlanıyor. Kimseyle konuşamaz hale geliyor, hatta o çok sevdiği annesiyle bile.
İnternetle önce akıllı cep telefonuyla tanışıyor. Sonra o da “kesmeyince” bilgisayarda oyun oynamaya başlıyor. Kanında hızla yayılan bir virüs gibi, yemek ve uyku dışındaki bütün vaktini internet/oyun başında geçiriyor. Zamanla kurduğu bu “sanal gerçeklik” onun “yaşamsal gerçekliği” ile takas ediliyor. Aile tepkili, caydırmak için yasaklar getiriyor, iletişim kurumaya çalışıyorlar ama nafile. Onlar “yapma” dedikçe Ahmet daha çok yapıyor. Ve bilgisayar kullanımı günde 10 saate çıkan Ahmet, artık kronik internet bağımlısı oluyor. O da yetmiyor başarılı bir öğrenciyken okulunu bırakıyor. Biçare anne, çareyi rehabilitasyon merkezine başvurmakta buluyor. Küçükçekmece Belediyesi’nin kurduğu BAYAMER rehabilitasyon merkezinde kendisine “internet bağımlılığı” tedavisi uygulanıyor.
Tam da burada bir soluklanalım ve şimdi olaya bir de Ahmet’in gözünden bakalım: “Annem çalışıyor. Yanındaki elemanı ayrıldı ve işleri daha fazla yoğunlaşmaya başladı. Annemle önceden yakınken birbirimizden çok uzaklaştık. Bir süre sonra kendimi çok yalnız hissetmeye başladım. Kendimi içe kapattım çünkü ben insanların benim olmamı istedikleri hayatı değil, kendim istediğim hayatı yaşamak istiyorum. Kendi kararlarımı kendim verebileceğimi insanlara göstermek istedim. Bunu yaptığımda kendimi gerçekten değerli hissediyordum”
Devamı ise şöyle…
“Kimseyle konuşmadığım için internete yöneldim. Bilgisayar oyunlarını keşfettim ve geçirdiğim vakit giderek artamaya başladı. Bilgisayara girmeye başladıkça hiç başından ayrılamaz oldum.
Okulu bırakmak zorunda kaldım çünkü derslerime odaklanamaz hale gelmiştim.”
Ahmet, tedavi olduktan sonra eski güzel günlerine kavuştu, okuluna geri döndü kendine sosyal beceriler ve düzenli kitap okuma alışkanlığı edindi. Şuanda sağlıklı, huzurlu ve keyfi yerinde.
KİMLİKSİZLEŞEN KİMLİKLER
Yaşadığımız çağ, envai çeşit dijital araçlarla süslü, teknolojinin hızına koşarak değil, adeta uçarak yetişmeye çalışıyoruz. İnternetle birlikte antenlerimize her geçen gün yenileri ekleniyor. Birilerine ve bir şeylere anında ulaşabiliyoruz. Her şey buraya kadar pek güzel, pek cici.
Soru 1 Bu bizi daha iletişimli, dost canlısı, sosyal, mutlu yapıyor mu?
Soru 2 Daha başarılı, daha iyi, mükemmel yapıyor mu?
İnternet bizi gün geçtikçe daha “konformist” kimliklere dönüştürüyor. Bilgiye, kişilere, uzakları yakın eden, ulaşılmazı ulaşılır kılan tarafıyla muazzam bir mıknatıs olduğu su götürmez. Ancak bu saydıklarımız geliştikçe, tıpkı ilaçların yan etkileri gibi dozu arttığında bazı bünyelerde alerji yapıyor.
Öte yandan zamanın değişmesiyle birlikte, ruhsal yaralarımızı uyuşturan yeni bağımlılık türleri ortaya çıkıyor. İnternet bağımlılığı da onlardan biri. Yukarıda anlattığım yaşanmış hikâye de gösteriyor ki artık yoksunluklara karşı verdiğimiz tepkilerin enstrümanları da değişiyor. Özgüvenimizin şirazesi kaydığında, doyurulmamış yalnızlık hissinde ve her beğenilme duygusunda birileriyle konuşmak, dertleşmek veya başka şeylere odaklanmak yerine, cep telefonuna, bilgisayara sarılarak eksik veya fazla olan“narsist” duygularımızı doyurmaya çalışıyoruz. Bu bazen bilgisayar oyunu, bazen de sosyal medya oluyor. Facebook’da, İnstagram’da paylaştığımız “mahremlerimizle”, hepimiz çok özel, çok mutlu, çok güçlü ve çok önemliyiz. (Kendini afişe etmeden, sansürsüz ifade etmek isteyen “Fake canlılar” da ayrı tutuyorum.) O kurgulanmış, rötuşlanmış hayatlarımıza rağmen, hala bir şeyler eksik, hala doymuyoruz. Hatırlayalım, Ahmet’in başa çıkamadığı iki unsur yalnızlık ve birey olma duygusu. Kendini gerçekleştiremediği için içine kaparak “sanal kimliğin” arkasına saklanıyor. Bunu yetişkinler gibi sosyal medya ile değil, yaşı gereği oyun oynayarak yapıyor. Tepki aynı fakat kullandığı enstrüman farklı.
Ama Ahmet sonra işin kazayağının hiç öyle sandığı gibi olmadığını anlıyor. Nasıl mı? Diyor ki: “Ben oyun oynayarak kendi hayatımı kontrol altına alabileceğimi düşündüm. Bir süre sonra oyun beni ele geçirdi. Bu defa yine kendi hayatımda söz sahibi olamadığımı hissetmeye başladım. Zamanla o beni kontrol etmeye başladı.”
Nihai soru ise şu: O düğmesi bizde olduğunu düşündüğümüz gittikçe “evrimleşen kimliklerimizin” kumandası ya bizde değilse? Tam tersi bizler artık oluşturduğumuz kimlikler tarafından kontrol ediliyorsak?