Cevdet Said’in fikirlerinden istifade edebilmek

Abone Ol

Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR

fg@fethigungor.net

“Hiç şüphe yok ki Allah adil davranmayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı cömert olmayı emreder; ve her türlü utanç verici hayasızlığı, selim akla ve sağduyuya aykırı çirkinliği ve sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar: size (bu) öğütleri verir ki, sorumluluklarınızı aklınızda tutabilesiniz.” (Nahl, 16:90)

Ellili yılların sonundan bu yana ortaya koyduğu fikirleriyle İslam düşüncesine özgün katkılar yapmış olan, insanları Kur’an’ın hakikatleri ile buluşturma çabasını ilerlemiş yaşına rağmen büyük bir aşkla sürdüren Cevdet Said ile bir hafta içinde üç kez buluştuk. Müslümanların sorunlarına çözüm üretebilmek için uzun soluklu fikrî çabalar ortaya koyan büyük mütefekkir üç yıldır İstanbul’da mülteci/misafir olarak yaşıyor. Üstada saygı mahiyetinde 11 Mart Cuma akşamı Başakşehir Belediyesi’nce düzenlenen “Ümmet Bilinci” panelinde, 13 Mart Pazar günü CNR Kitap Fuarı’nda Pınar Yayınları standındaki imza gününde, son olarak 17 Mart Perşembe günü İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’ndeki konferansında ve üç ayrı röportajında tercümanlığını yaptığım muhterem Cevdet Said’in bu altı etkinlikte ortaya koyduğu fikirleri özetle ve mümkün olduğu kadarıyla kendi ifadeleri çerçevesinde sizlerle paylaşmakta yarar görüyorum.

ASIRLIK ÇINARIN GÖLGESİNDE TEFEKKÜR ETMEK

1931 yılında, Suriye’nin Kuneytıra bölgesinde Golan tepelerinin eteğinde yer alan Çerkes köylerinden Bi’ru Acem’de dünyaya gelen Cevdet Said, orta öğrenim düzeyinde intisap ettiği Ezher Üniversitesi’nin Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nden mezun oldu. Hafız Esad döneminde 5 kez tutuklandı, toplam 7 yıl hapis yattı, sonunda öğretmenlik görevinden uzaklaştırıldı. Bunun üzerine köyüne dönen üstad, bir merkep satın alarak dağdan odun toplamaya başladı. Ardından arıcılık yaparak ailesinin geçimini sağladı. Suriye’de devam eden iç savaş sebebiyle köyünü ve ülkesini terk etmek zorunda kalana kadar, kardeşiyle birlikte süt inekçiliği yaptı. Suriye’deki savaşın köyüne kadar ulaşması üzerine Aralık 2012’de yakın akrabalarıyla birlikte Türkiye’ye hicret etti.

İlk hapse düştüğü 1963 yılından bugüne kadar onlarca kitap yazdı, dünyanın çeşitli yerlerinde yüzlerce konferans verdi. Kitaplarından telif ücreti almayan, şöhretinin aksine mütevazı bir hayat sürmeyi tercih eden Cevdet Said şiddet karşıtı görüşleriyle tüm dünyada tanınmaktadır.

Altmış yıl boyunca on iki kitap ve çok sayıda makale yazan, dünyanın çeşitli ülkelerinde yüzlerce konferans veren, mütevazı bir hayat sürmeyi tercih eden Cevdet Said’in sekiz eseri Türkçe’ye çevrilmiş durumda. Değişimin kanununu anlattığı ve “Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları” adıyla otuz iki yıl önce Türkçe’ye çevrilen ilk kitabından sonra Pınar Yayınları’ndan sekiz kitabı çıkan Cevdet Said’in 1961’de ilk baskısını yapan, ancak bugüne dek Türkçe’ye çevrilmeyen “İslam’dan Bu Kadar Korku Niye!” isimli hacmi küçük ama özgül ağırlığı büyük eserini tercüme etmeye başladım, inşaallah Ramazan ayında düzenlenecek kitap fuarında okuyucuyla buluşturmaya, yıl sonuna kadar tüm eserlerini Türkçe’ye kazandırmaya gayret edeceğiz.

ÜÇ BÜYÜK MÜTEFEKKİRİN ORTAK VURGULARINI ÖNEMSEMEK

“Ümmet Bilinci” panelinde kısa hayat hikâyesini takdim görevi bana tevdi edilen Cevdet Said’in İslam dünyasına ne gibi fikrî katkılar yaptığını Gazeteci-Yazar Turan Kışlakçı anlattı. Malik Binnebi ile yakından tanışan üstadın Muhammed İkbal’den de çok etkilendiğini belirten Kışlakçı, bu üç büyük mütefekkirin ortak vurgularını şu şekilde özetledi:

1) “İslam dünyasının değişime ihtiyacı vardır. Biz değişmediğimiz müddetçe dünya değişmeyecektir. Bu yüzden öncelikle Müslümanlar değişmelidir. ‘Hattâ yuğayyiru mâ bienfusihim; bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez’ âyeti bu hakikati ifade etmektedir. ‘Senurîhim âyâtina filâfâki we fî enfusihim; Âfâkta ve enfüste onlara ayetlerimizi göstereceğiz’ âyetinin manası tecelli etmektedir.

2) ‘Oku’ emriyle başlayan İlahi Kitab’ın müminleri maalesef okumanın kıymetini bilmemektedir. Bu yüzden üstad Cevdet Said bir kitabının adını ‘OKU’ koymuştur. Türkiye’de halkımızın kitap okuma oranı yüzde 3-4 civarında kalıyor maalesef. Allah ‘okuyun’, ‘yazın’ diyor, biz ne okuyoruz, ne de yazıyoruz! Cevdet Said bu kitabında Müslümanların neyi nasıl okuması gerektiğini anlatıyor. Doktorun verdiği reçeteyi duvara asıp okumanızın size bir faydası olur mu? Orada yazan ilacı dozajına uygun kullanırsanız onun yararını görebilirsiniz.

3) Cihat emrinin doğru anlaşılması. Cevdet Said’e göre cihat Kur’an’ı anlamak ve onun hakikatlerini yaymaktır.”

KUR’AN’IN DÖRT ANA KONUSU

86 yaşına rağmen iki saat boyunca büyük bir coşkuyla katılımcılara hitap eden Cevdet Said, paragraflar halinde Türkçe’ye çevirdiğim Arapça konuşmasında şu hususlara vurgu yaptı:

“Bırakınız Kur’an’ın tamamını, günde en az kırk kez okuduğumuz Fâtiha Sûresi’ni bile hakkıyla anlamış değiliz. Sadece “Rabbi’l-âlemîn” âyetinde Kur’an’ın özü gizlidir. Rabb; Allah, âlemîn ise tüm mahlukattır. Kur’an’da iki âlemden söz edilir: Gayb âlemi; Allah ve ahiret, şehadet âlemi ise insan ve kâinattan oluşur. Kur’an’ın tamamına baktığınızda âyetlerin bu dört konu etrafında odaklandığını görürsünüz.

Kur’an son derece kıymetli ve dinamik bir kitap. Sanki şu an size iniyor gibi. Düşünen insanlar için Kur’an’da büyük işaretler vardır. Sık sık bakmamızı, görmemizi ve düşünmemizi emreden Kur’an’ın bu emirlerini yerine getirdiğimiz zaman sadece tabiatın değil, tarihin, toplumun ve insanın yasasını keşfeder ve Rabbimizin bizden istediği görevi gerçekleştirebiliriz.

İNSANLIĞI TÜRKİYE’NİN ÖNDERLİĞİNDE MÜSLÜMANLAR KURTARACAK

“İttihâd-ı Muslimîn; İslam Birliği” adlı eserinde Arafat dağının sembolik öneminden bahseden Celal Nuri, “Bu dağ elmas olsa Müslümanlar için bu kadar kıymetli olmazdı. Zira, her mümin, ömrü boyunca bir kez olsun hacca gitmek ve orada bütün diğer mümin kardeşleriyle belli bir zamanda buluşmak ister” demektedir. Haccın anlamı insan kurban etme geleneğinin kaldırılmasının kutlanmasında gizlidir. Hayvanların kurban edilmesi ile, insanın insanı öldürmesi son bulmuştur, yani insan kurban etme geleneğinin ilga edilmesi hac ibadetiyle kutlanmaktadır.

Celal Nuri, “Ebcediyyetu’l-Marifeti’l-İnsâniyye; İnsanî Bilginin Elifbası” isimli eserinde Türkiye’den çıkacak bir liderin dünyada adaleti tesis edeceğinden söz etmektedir.

Gençliğimden beri İslam dünyasında neler olup bitiyor diye çok merak ederim. Türkiye’yi de yıllardır yakından izliyorum. Ezher’de eğitim almak için 1946’da Mısır’a gittiğimde Şeyhülislam Mustafa Sabri ve vekili Zahid Kevseri Efendileri tanıştım. Fırsat buldukça sohbetlerine gider, ellerini öperdik. Yıllar sonra -aynen onların Mısır’a sürülmesi gibi- benim de Türkiye’ye mülteci olarak geleceğim hiç aklıma gelmezdi. İslam ülkeleri arasında demokrasinin, şûranın, ülkeyi meşveretle yönetmenin önemini en iyi kavrayan ve ilerleyebilen sadece Türkiye olmuştur, bu yüzden Türkiye toplumunu takdir ediyorum.

Büyük mütefekkir Muhammed İkbal’i ölüm döşeğinde ziyaret eden Ebu’l-Hasen en-Nedevî’nin anlattığına göre, bu ziyaretten çok memnun kalan İkbal ona şu vasiyetini emanet etmişti: “Türkiye’yi izleyin, hakkın yolunu onlar sürdürecek” demiş. Dünyamız hakkın ve ilkenin üstün tutulduğu bir sisteme hayati derecede ihtiyaç duymaktadır. Bunu da Türkiye’nin önderliğinde Müslümanlar gerçekleştirecektir.

BASKI, ŞİDDET VE SAVAŞ YÖNTEMİ ÖLMÜŞTÜR

Kur’an’ın temel ilkelerinden biri “Lâ ikrâhe fiddîn: Asla dinde zorlama yoktur” âyetinde öğretilir. İnsanı baskı ile değil, kanununu keşfederek yola getirebilirsiniz. Onu ikna ederseniz size malını da canını da feda eder. Siyaset alanında baskı firavunlar doğurur. Ekonomi alanında baskı karunlar doğurur. İnanç alanında baskı nemrutlar doğurur. Evlilik konusunda baskı aile saadetini yok eder. Allah Rasulü, anne-babanın kızlarını istemediği biriyle zorla evlendirme hakkı bulunmadığını beyan buyurmuştur. Ne var ki, hâlâ bütün dünya ikrah ile, baskı ve zorbalıkla yönetiliyor.

Savaş ölmüştür. Artık savaşı yöntem olarak, cahillerle onları sömüren kötü insanlar dışında kimse kullanmıyor. Savaş konusunda Kur’an’dan anladıklarımı bu şekilde formüle edebiliyorum. AB savaşsız bir birlik kurdu. Bundan ders almayacak mıyız? Atom bombası puttur. İnsanlar da bunun kölesi olmuş durumda!

Erdoğan “dünya beşten büyüktür” demişti. Çok büyük manası var bu sözün. “Size de, taptıklarınıza da yazıklar olsun” diyor âyet. Türkiye dünyada olup biten olayları anlamaya başladı. Onun için “dünya beşten büyüktür” diyebiliyor. Ama maalesef dünyanın ünlü entelektüelleri bile veto hakkına itiraz etmiyor. Çünkü dünya sermayesini yöneten büyük zenginler bu aydınlarının ağzını bağlamış durumda, bunun için hakikatleri gördükleri ve bildikleri halde haykıramıyorlar.

MODERN ÇAĞDA ‘İSLAM BİRLİĞİ’Nİ OLUŞTURABİLMEK

Allah Teâlâ, Yusuf Aleyhisselam’a rüyaların yorumunu öğretmişti. Biz de olayların yorumunu öğrenmeliyiz. Aklımızı kullanmalıyız. Yerküre küçük bir köye dönüştü artık. Her şey ilme dönüşebiliyor, biz de olayları doğru okuyup doğru yorumlamayı bir bilim dalına dönüştürüp bunu öğrenebilmeli ve çocuklarımıza öğretebilmeliyiz.

Tevîl-i ahdâsı bir bilimsel disiplin olarak geliştirmeliyiz. Cahiliye geleneklerinden vazgeçip Kur’an’a yapışmalıyız. Kur’an üstünlük ölçüsü olarak takvayı, sorumluluk bilincini ortaya koyuyor. Hakem akıldır. Yöntem ise ilimdir. Zira Kur’an, bakın, görün ve düşünün diyor. Tabiatın ve toplumun kanunlarına riayet etmezseniz bu kanunlar sizi çarpar. Gözümüzün önünde cereyan eden olayları kavramamız gerekir. Ben umutluyum, insanlar bu hakikatleri mutlaka anlayacak. Zira, Allah’ın nurunu ağzıyla söndürmek isteyenlere rağmen Allah nurunu tamamlayacaktır, buna vadi var.

Ben umut doluyum. Türkiye’nin önderliğinde Müslümanlar, dünyanın bozuk sistemini değiştirilebilecek potansiyel güce sahiptir. Bu yüzden Türkiye toplumuna takdirlerimi sunuyorum.

ADALET, İYİLİK VE FEDAKÂRLIĞA DAYALI BİR İLİŞKİ GELİŞTİREBİLMEK

Biz İslam’ın özünü çoktan kaybetmişiz. Kimimiz Emevilerin, kimimiz ise Abbasilerin yolundan gidiyoruz. Kur’an’ı, İslam’ı yeniden keşfetmeliyiz. Vahyin ilk emrini iyi anlamalıyız. İnsanın değeri okuduğu ve anladığı kadardır. Okuyup anlarsak başımız dik olur. Şii-Sünni ayrımına ne gerek var, hepimiz Müslüman’ız, Allah bizim adımızı ‘Müslüman’ koymuştur. Ama biz Kur’an’a teslim olmak yerine zanlarımıza teslim olmayı yeğliyoruz. Peygamberimizin biz ümmetinden şikâyet edeceği tek konu Kur’an’ı mehcur bırakmamızdır, bunu Kur’an haber veriyor. Kur’an’ı mehcur bırakmak; ona terkedilmiş, köhne, var ama yok muamelesi yapmak demektir. Bu yüzden Müslümanların başı beladan kurtulmuyor. Oysa, aklımızı kullanırsak, vahye tabi olursak, Kur’an’ın öğrettiği hakikatleri kavrayıp onlara uygun davranırsak yeryüzünü Allah bize vadetmektedir. Bir âyet-i kerimede Allah, kendisinin, meleklerin ve âlimlerin şahit/tanık olduğunu beyan buyurmaktadır. Ulema bu insanlığa tanıklık görevini yaparak Kur’an’ın hakikatlerini gizlemeden ve çarpıtmadan insanlığın önüne koyarsa dünyanın nizamı düzelmeye başlayacaktır.

Her hafta Cuma hutbesinde hatiplerin sürekli okuduğu, ancak verdiği mesajın anlaşılmadığını üzülerek gördüğüm “İnnallahe ye’muru bil’adli we’l-ihsani…” âyetinde (Nahl, 16:90) ve Mümtehane Sûresi’nin baş kısmındaki üç âyet-i kerimede beyan buyrulduğu üzere; insanlara adalet ve ihsan ile muamele etmeliyiz ve insanlarla geçinme yöntemi olarak adalet ve ihsan modelini benimsemeliyiz:

“Mümkündür ki Allah, sizin düşman olarak algıladığınız kimselerle sizin aranızda bir sevgi var edebilir; ve Allah’ın (buna) gücü yeter; üstelik Allah tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. Allah size, sizinle din savaşı yapmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselerle iyilik ve fedakârlığa dayalı bir ilişki geliştirmenizi yasaklamaz: Çünkü Allah fedakâr olanları pek sever. Allah size, yalnızca sizinle din savaşı yapan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran veya sizin çıkarılmanıza destek verenlerle dostluk kurmanızı yasaklar: artık kim onlarla dostluk kurarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehane, 60:7-9)