Cemaat in, İslam aut(mu?)

Abone Ol

Öncelikle şunu belirteyim ki, uzun zaman önce bir takım kaygılarım nedeniyle kaleme almış olduğum eski bir yazı bu. Gördüğüm o ki, aradan onca zaman geçti fakat değişen bir şey yok. İşin kötüsü, kaygılarım daha da arttı, derinleşti. Dahası, başkaları tarafından da bu kaygılarım görülmeye, farklı isimler tarafından tedbir alınması için çağrılar yapılmaya başlandı.

Bilmenizi isterim ki bu yazı, kesinlikle siyasi ya da ideolojik bir yazı değil. Belki bir çağrı, belki bir feryat, belki de bir uyarı. Satırlarımı, Müslüman bir şahsın feryadı, cümlelerini yüreğinden kopup gelen haykırışlarının sesi, korkularının kelimelere yansıması olarak almanızı temenni ediyorum. Kaygı çekiyor, önümüzdeki aylar, yıllar için, Müslümanlar adına tasalanıyorum.

Görülen o ki tedbir alınmazsa bizleri iyi günler beklemiyor.

Türkiye’de birçok cemaat yapılanması var. Bu, Türkiye’nin, hatta dünyanın gerçeği, hepimiz biliyoruz. Milli Görüş, Nurcular(ki; onlar da aralarında bir kaç parça) kamuoyunda Adıyamancılar olarak bilinenler, Cübbeli grubu, Çarşamba grubu, Süleyman Hilmi Tunahan’a bağlılar, Nakşiler, Kadiriler, Haydar Baş’çılar ve adını burada zikretmediğim diğerleri. Küçük grupları saymıyorum bile. Görülen o ki, bu gidişle daha pek çok cemaatin, cemiyetin de ortaya çıkacağı malum. Türkiye’de yaşayan ve dini hassasiyet taşıyan hemen herkesin bir cemaati, cemiyeti, bağlı olduğu bir grubu var. İstisnalar kaideyi bozmaz. Buna sözümüz yok. Belki de birlikte hareket etmek, ortak bir güç olmak adına olması gereken de bu.

Konumuz da bu değil zaten.

Sorun; bu grupların ve müntesiplerinin fanatizme kadar kayan cemaatçi kafa yapıları. Bir cemaate mensup olmak ile cemaatçi, cemiyetçi olmak farklı şeyler. Bu ayrımı iyi yapmak, hatta bu noktadaki tehlikeyi sezmek gerekir diye düşünüyorum. Unutmamalı ki, bir cemaate girmek demek o cemaatin, cemaat liderinin hatalarını kabul etmek ve hatta sonuna kadar savunmak değildir. Olmamalıdır da. Futbol takımı tutar gibi cemaat, cemiyet tutulmaz, bağlısı olunmaz. Bu bizi akıl tutulmasına, irademizi başkalarına teslime götürür. Oysaki ahrette Allah bizi, aklımızı ne yönde kullandığımızla ilgili hesaba çekecek. Aklımızı bir başkasının emrine verip, “Ey Allah’ım! Ben şu şeyhe, şu cemaate uydum. Onlara inandım. Suçsuzum.” diye bir kurtuluş yok. Böyle yapmakla hesaptan beri olamayız. Eğer istiyorsak, aklımızı kullanarak da cemaat içinde kalabiliriz.

Birinin mensubu olduğu cemaat liderine ufak bir eleştiri getirildiği anda, haklı olup olmadığına bakılmaksızın, kıyameti kopartıyor müntesipleri. Vakit kaybetmeden eleştiriyi yapan o kişiye öyle bir saldırıya geçiyorlar ki, aman Allah’ım! Hak getire! Dünya savaşı az kalır yanında.

Burada çok ciddi bir sıkıntı/sorun var. Bunu görmeden Müslümanca bir yaşam isteğini içinizde barındıramazsınız. Aynı eleştiri İslamiyet’e yapıldığı zaman gıkı çıkmayan muhteremler, cemaate laf söylendiği anda, eleştiri yapan kişiyi hemen aforoz etmeye kalkıyorlar. Ne cemaatine, ne de cemaat liderine söz söyletmiyor, sizi adeta dinden çıkmakla suçluyorlar. Ne kadar komik duruma düştüklerinin farkında değiller. Liderlerini öyle bir koruma zırhına büründürüyorlar ki, sanki mübarek peygamberden daha üstün, daha nitelikli. Gördüğüm o ki, tabiri caizse cemaat algısı İslamiyet bilincinin önüne geçmiş durumda. Merkezde İslam yok, cemaat, cemiyet var. Maalesef ki, cemaat ya da cemiyet kaygısı İslam kaygısından daha ön planda. Ve hatta, ne yazıktır ki kendi cemaatini kalkındırmak için İslam’ı malzeme/araç olarak kullanan cemiyetler, gruplar türedi son yıllarda. Kimi cemaat liderlerini görüyoruz, televizyon televizyon geziyor cemiyetinin reklamını yapmak için. Hatta şov düzenliyor, kendi reklamını yapmak için. Bu durum çok acı. Yürek yakan, ruhlarımızı sıkıştıran, bizi düşündürmeye sevk eden işte budur.

Türkiye’deki cemaatçilik, cemiyetçilik fanatizmi İslam coğrafyasında ne yazık ki kendini mezhepçilik olarak gösteriyor. Bir İslam beldesinde yaşanan soruna diğer Müslüman ülkeler mezhep penceresinden bakıyor ve eğer kendi mezhep anlayışı o coğrafyada sıkıntı çekiyorsa, ilgileniyor, yardım ediyor. Yoksa dönüp bakmıyorlar bile. Bakınız İslam coğrafyasına, birçok mezhep var. Ve her gün de bir yenisi ekleniyor, türüyor. İş böyle olunca İslam ülkelerinin, mezheplerin, cemaatlerin bir sorun çerçevesinde bir araya gelmesi mümkün mü? Çözüm üretebilir mi? Bırakın çözümü, hatta birbirlerine düşmanlık besliyorlar. Bu kesinlikle Batılıların, sömürgecilerin, emperyalistlerin işine yarayan bir oyun. Kan gölüne dönmüş İslam coğrafyasının kaybetmesinin belki de en büyük sebeplerinden biri bu. Hal böyle olunca bir araya gelmeyen İslam ülkeleri kendi aralarında parçalanıyor, birbirlerine dost olmuyor, Avrupalı ve Amerikalılardan dost ediniyorlar kendilerine.

Unutmamak gerekir ki, bu sakat durum sade bir Müslüman için de, lider konumundaki cemaat önderleri için de, ülke başkanı için de bir vebal. Kimse bu sorumluluktan kaçamaz, bana ne diyemez.

Müslüman basiretli olmak, aklını kullanmakla mükelleftir. Allah’ın şahsına bahşettiği aklı başkasının kullanımına açan, kiraya veren, emrine amade kılan kişi, Müslüman olmaz, olamaz.

Suriye’de ölen de Müslüman, öldürülen de. İki tarafta diğerini, “Allah!” diye öldürmüyor mu? Sadece mezhebi farklı. Mısır’da darbecileri destekleyenler de Müslüman, karşısındaki grup da. Aralarındaki fark mezhep ya da cemaat farkı, başka değil. Afganistan keza öyle. Filistin, sırf görüş farkından dolayı iki parça halinde, bu İsrail’in işine yarıyor, zulme devam ediyor. Ve fakir, ezilmiş, ekonomik kalkınmasını tamamlayamamış diğer İslam beldelerinin hemen hepsinde de durum bu kadar acı. Zengin İslam ülkesi de böyle, fakiri de.

Allah aşkına nereye gidiyoruz? Birbirimizle cemaat, cemiyet, grup, mezhep kavgası yaparak mı döneceğiz tarihteki şanlı dönemimize? Böyle mi silkinip kendimize geleceğiz? Bu hesap ağırdır. Altından kalkmak zordur.