Beyanatlarda ya da iddialarda ortaya konan çelişkileri yakalamak elbette eskilerin ifadesiyle amudî ve ufkî (dikey ve yatay) boyutlarda derinlemesine bir perspektife sahip olmayı gerektirir.
Olayların bağlantılarını, tarihsel akışlarını ve sözlerin sahiplerine ait dünyevi konumlarını da hesaba mutlaka katmak gerekir. Söz sahibinin iyi tanınması konuşmalardaki ima ya da nüktelerin daha iyi anlaşılmasına fırsat verir. Hiç kuşkusuz her insanın benimsediği bir anlamlandırma geleneği vardır. Bu geleneğe vakıf olmak tahlilciyi çok daha güçlü kılar.
Bu zeminde bizler de kendi ülkemizde siyaset yapan şahsiyetlerin hangi örften geldiğini dolayısıyla da tarihsel serüvene sahip olduklarını göz önünde bulundurduğumuzda çok farklı ve daha isabetli analizlere çıkabiliriz.
Özellikle şunu ifade etmeliyim ki son yıllarda yazdıklarımı ya da TV konuşmalarımı belirli bir kesim çokça “objektiflikten uzak” ve hatta bazı radikaller de “cahilce” bulduklarını iddia ettiler. Hiç umursamasam da mesajlarla ablukaya bile almak istediler. Bu elbette onların bakışıydı ve asıl kendilerinin içinde bulundukları hali de bana reva görüyorlardı. Bunun en önemli kanıtı, geride bırakılan seçimlerde kimin daha isabetli tahminler yaptığıdır. Son on seçimde durum nasıl cereyan etmiştir ve tabiri caiz ise kimin sözleri duvara çarpmış ve yankısı sadece kendine dönmüştür bunu, iyi takip eden zihinler çok yakından idrak etmiştir.
Bu seçimler için de yine herkes bir şeyler söylüyor. Hatta bazıları sanki her defasında söyledikleriyle hiç mahcup olmamış gibi -rezil olma derecesinde- “bilgece(!)” ahkâm kesmeye devam ediyor… Fakat çok kısa bir zaman sonra hakikatin kendisi tecelli edecek ve bir kez daha herkes kendi konumunu teyit etmiş olacak.
Açıkçası ben yine gereken nasihati alacakları kanaatinde değilim bu zevatın. Zira ideolojik bakışlarla daraltılmış bir perspektifin resmin tamamına dair bir görüntü verebilmesi imkânsızdır.
Kendi çelişkilerini, “bütün toplumun çelişkisi”ymiş gibi okuyanlar, kendi vehimlerinde mahkûm olanlardır… Şayet eğer bizim gibilerin yorumları kastettiğim şahısların yorumlarının durumuna düşseydi, o vakit söyledikleri “yandaş yanılgısı” gerçekleşmiş olurdu. Aslında bizler, saplantılı birer AK Parti sözcüsü olarak değil, kendimizce var olduğuna inandıklarımızı dile getiriyoruz. Bunun ispatı da, AK Parti muhaliflerinin beyanları değil, sandıkta tecelli eden sonuçlardır. Eğer bir hakikati okumak “yandaş” yapıyorsa bu sadece asıl yandaşların “Kişiyi nasıl bilirsin?” sorusuna verdikleri “Kendim gibi” cevaplarından başkası olamaz.
Yalan yanlış panorama çizenlerin, hakikate “kör” bakanların kimler olduğu artık tevil götürmeyecek kadar açıktır… Fakat bu hakikati kabullenmek de bir o kadar ilmi derinlik gerektirir.
Biz bugün de hayatın akışındaki fotoğrafı en hakiki yansımasıyla aktarmakla mükellefiz. Ve bu fotoğraftaki sıkıntıları da inkâr etmiyoruz. Fakat sıkıntıların kaynaklarını ve yansımalarını da hiç kuşku yok ki yine kafalarını ideoloji kovasına sokmuşlar gibi değerlendirmiyoruz. Ben şahsen milletin de böyle düşündüğüne inanıyorum; en azından çoğunluğunun…
Yaşanan enflasyonun elbette inkâr edilemez, fakat gerçek sebepleri de… Bölgesel ya da küresel alanda kendi kabuğunu kırmaya çalışan bir Türkiye’ye yaşatılmak istenen girdaplı ilişkilerle ilgili sonuçların, “Erdoğan yüzünden” diye okunması gerçeğe çeyrek adım bile yaklaşamayan bir görüştür. Bu, gelişen Türkiye’ye dayatılmak istene halin de ta kendisidir.
Uzun yıllardır dayatılan bu kabuğun kırılması daha çook uzun bir süre çetrefilli ve sabır gerektiren zamana ihtiyaç duyuyor. Fakat en sabırsız olanlarımız ve en erken sızlaşanlarımız da, “anti-emperyalist, anti-Amerikancı” olduklarını iddia edenlerimiz oldu. Daha maçın en hafif ve en başındaki raundunda “pes” sinyalleri vermeye başladılar… Oysa en çok da bu gafiller değil miydi, “özgürlük bedel ister” diyen… Yoksa bu sözleri güzel günlerin edebi, hamasi çığlıkları olarak mı görmeliyiz? Zira farklı bir anlam verme ihtimalini kendileri bertaraf etmiş gibi görünüyor…