“Kültürümüz, sanki bir dokunuşta un ufak olabilecek bir hiç’e dönüşmüş durumda.”
“İki yüzyıldan bu yana özgürlük ve adalet adına ve özgürlük ve adalet için gerçekleştirilen devrimler, sadece zorbalık ve cehennem armağan etti bize.”
“Bu dünya mutlaka yıkılmalı; çünkü yolsuzlukların, dekadansların, çirkinliklerin ve ölümün kol gezdiği bir dünya bu” demişti Antonin Artaud. Strindberg ise daha az öfkeliydi:“İnsandan nefret etmiyorum. Ama korkuyorum insandan” diyecekti.”
“Dostoyevsky’nin Budala’sının sorduğu, “Neden artık birbirimizi sev(e)miyoruz?” sorusu gerçekten de harikulade naif bir soru. Sahi, neden gerçekten birbirimizi sev(e)miyoruz ya da niçin birbirimize karşı kayıtsız, duyarsız ve vurdumduymaz bir hayat sürdürüyoruz?”
“Bugün üretilen yığınla roman, yığınla tiyatro oyunu, yığınla resim, yığınla opera ve yığınla ahlak risalesi hayatımızın o artık handiyse tahammül gücümüzü aşacak kadar dayanılmaz bir hal alan yükünü nereye kadar hafifletebilecek nitelikte, sahi?”
“Yüzyıllardır gazetelerde, dergilerde, ortaya koyduğumuz sanat eserlerinde, sapmalarımızı ve hayatta karşı karşıya kaldığımız sorunlarımızı, güçlüklerimizi hümanist bir perspektifle kayda geçirdik ve tartıştık. Yazdığımız edebiyat metinlerinde, düşünce metinlerinde felaketleri hep hayatımızdan uzaklaştırmanın yollarını, böylelikle hümanist kültürün bizi sürüklediği felaketleri örtbas etmenin yöntemlerini geliştirme çabası içinde olduk. Çağımızın sanatı, artık, gele gele, çaresizliklerimizin, yaşadığımız hayal kırıklıklarının bir tür mağazasına, müzesine dönüşüverdi.”
“Dünyanın dörtte üçü deruni bir açlığın pençesinde kıvranıyor: Manevi açlık insanları yoksullaştırıyor, ruhsuzlaştırıyor ve yaşananlara karşıduyarsızlaştırıyor. Ekonomik problemlerin çözülmesi, sosyal refahın sağlanması, insanların karınlarının doyuyor olması ile işbitmişolmuyor: Deruni, manevi açlığın giderilmesi herşeydenönemli veöncelikli. Asıl sorunumuz bu.”
“Yaşama tutkusu veya vazgeçilemez sandığımız arzularımız ile bu arzularımızı kontrol edecek kontrol mekanizmaları arasında artık nasıl bir denge kurmamız gerektiğini bilemiyoruz. Tutkular tutkularla çarpışıyor. Hakim güçler dünyada sadece şiddet tohumları ekiyorlar. Yerküremizde fakirlere yardım eli uzatmak, adaleti tesis etmek, manevi açlığı, susamışlığı gidermek gibi kaygılar artık hedeflerimiz arasında yer almıyor. Egemenler, tek bir hedefin peşindeler: Dünyayı daha fazla kendi kontrollerine almak ve her ne suretle ve hangi yolla olursa olsun egemenliklerinin alanlarını genişletmek.”
“Dünyaya nizamat vermeye çalışan politikacıları harekete geçiren tek dürtü, dürtülerin en güçlüsü ve vahşisi olan iktidar hırsı ve iştihasıdır. Ancak bu kültürün bizi hayal kırıklığına uğrattığını artık fark etmiş durumdayız. Bu Batı kültürünün bizi, korku, ümitsizlik ve çaresizlikten kurtaracağını; bizi özgürleştireceğini ve selamete erdireceğini düşünmüştük. Ama artık çok iyi fark ettiğimiz bir şeyi açıkça itiraf etmek zorundayız: Kültürümüz, hem humanistik (insancıl) değil, hem de gayr-ı insani bir kültür.”
“Sırtımızdaki o ağır yükü hafifletecek, içimizi ışıtacak ve aydınlatacak büyük edebiyat eserlerine, sanat eserlerine, oyunlara, filmlere rastlayan var mı artık? Karşı karşıya kaldığımız mutsuzluğumuz sürgit daha bir derinleşiyor, daha bir dayanılmaz hal alıyor ve daha bir büyüyor. Handiyse tüm sanat, edebiyat eserleri, tüm oyunlar, filmler, ruhumuzdaki yaraları saracak, açlığı giderecek büyülerini, sarsıcılıklarını ve yaratıcılıklarını yitirdi. Aksine, ruhumuzdaki boşluğu, ruhi açlığımızı daha bir artırmaktan başka bir işe yaramıyor; sınır tanımaz tutkularımızı, arzularımızı sürgit ruhsuzlaştırıyor ve yoksullaştırıyor. Kültürün, kültür ve sanat ürünlerinin ifşa edip kıyasıya eleştirmeleri gereken kötülükler, sürgit daha bir yaygınlaşıyor ve içten içe ruhumuzu kemiriyor. Karşı karşıya kaldığımız köklü, deruni sorunlarımızın nasıl çözümlenebileceğine dair hiçbir şey söyleyemez hale geliyor. Köklü sorunlarımız karşısında kendimizi çaresiz ve ümitsiz hissetmemiz, her şeyi aşırı politize etmeye zorluyor bizi. Belki de insanlar, artık, edebiyatın, sanatın, müziğin veremediği şeyi politikanın vereceğini düşünüyorlar. Ancak asla göz ardı etmememiz gereken bir şey var: Politika, sadece ve sadece insanlığın çöküşüne, yıkımına yol açmayı başaracaktır! İnsanın insan tarafından sömürülmesi, artık insanlığın temel sorunu olarak görülmüyor! Aksine, insanın insana hükmetmesi, insanoğlunun en amansız, en kontrol edilemez ve en vazgeçilemez arzusu ve tutkusu olarak algılanıyor artık! Oysa, çağımızın en temel sorunu, küçük bir azınlığın büyük çoğunluğa hükmetmesi sorunudur. İktidar hırsı ve iştihası her şeye sirayet etmiş durumda. Oysa bu -eğer buna zafer demek doğruysa tabii- paranoyanın zaferinden başka bir şey değil. Dünyanın her tarafında, güç tapıcıları, kitleleri köleleştirmekle meşguller.”
“Arzuların ve tutkuların salıverilmesinin, tatmin edilmesinin adı, özgürleşme oldu.Özgürlükle kölelik artık birbirinden ayırt edilmez hale geldi.İşte cehennem bu.”
“Herşeyi aşırıpolitize etme çabası, sadece ve sadece kötülük üretiyor ve kötülükleri artırıyor.”
“Kültürümüzde sevgiye, arınmaya, insanın kendini keşfine yer yok artık. Metafizik, sadece bir alay konusu.”
“İnsanoğlu, göklere bakmayıunuttuğu için sanki bir kafeste gibi yaşıyor ve hayatı, yalnızca kendi küçük dünyasından ibaret sanıyor. Bugün sorduğumuz, kafamızı meşgul eden sorular neler? Şunlar değil mi: Hayatı, daha iyi nasıl yaşayabilirim? Hayattan nasıl daha fazla haz alabilirim? Hayatta bana haz verecek şeyleri daha fazla nasıl elde edebilirim? Diğer insanların yaşadıkları felaketleri gözardı ederek nasıl daha iyi hayat sürdürebilirim? İnsanlığı daha fazla nasıl sanayileştirebilirim? İşte hü manizm dedikleri şey bu.”
“Bugün tüm metafizik ve manevi kaygılar bir kenara itilmiş durumda. Gelecek sorunumuz, evrendeki varoluş problemimiz, varoluş şartlarımızın değeri ya da güven vermemesi gibi esaslı kaygılar büsbütün gözardı edilir hale geldi. En temel problemimizi, varoluşumuzun en önemli boyutunu tümüyle unuttuk: Ölümün anlamı. Sadece anlık, geçici ve günübirlik kaygıları öne çıkardığımız için, nihai amacımızıhayatımızdançıkarıp attık. O yüzden, artık ne yapacağımızı ve nereye doğru gideceğimizi bilemiyoruz. Yaşamak ve yaşamak ve yaşamaktan başka birşey istemediğimiz için, yaşamamızın ve yaşamımızın imkansız hale geldiğini fark edemiyoruz bile.”
“Arınmanın, kişiliğimizi gerçekleştirmenin anlamınıyitirdik. Artık olan bitenleri göremiyoruz: Görme yetilerimiz sırra kadem basmışdurumda. Bir an bile olsun, kendimizi kaptırdığımız telaşı, koşuşturmacayıreddedebilecek gücümüz ve takatimiz kalmadı. O yüzden yapıp ettiklerimiz üzerinde düşünebilecek, muhasebe yapabilecek gücümüzükaybettik. Gerek uzağımızda, gerekse hemen yanıbaşımızda cereyan edenşeyleri göremez hale geldik. Dünyaya bakabilme, dünyada olan bitenleri görebilme hassalarımızı yok ettik. Eğer gerçekten etrafımıza, uzağımıza, yakınımıza ve en yakınımız olan içimize bakabilmesini bilebiliyor olsaydık, her zaman taptaze, coşkulu, kanatlandırıcı merak duygumuzu, evet, o çocuksu merak duygumuzu yeniden ve yeniden keşfedebilir ve dünyayı, sanki ilk yaratıldığıgünki gibi taptaze, dipdiri ve capcanlıbir dünya haline getirebilirdik.”