Canlı Bombalar…

Abone Ol

Ülkemiz son yıllarda canlı bomba eylemleriyle sarsılıyor. Hatay, Diyarbakır, Ankara, İstanbul’da patlayan bombalarla onlarca sivilimiz öldü. En az bir o kadarı da yaralı, tedavileri HALA devam ediyor. Büyükşehirlerde kimi insanlar toplu olarak aynı yerde bulunmamaya çalışıyorlar. Sokaktaki bazı insanlar tedirgin. Vatandaşları korkutmak isteyen teröristler, bir nebze de olsa amaçlarına hasıl olmuş durumdalar.

Diğer tarafta, Güneydoğu’da PKK/PYD/YPG/HDP ile mücadele de yoğun şekilde sürüyor. Şehitlerimiz, yarlılarımız var.

Peki, kim bu canlı bombalar? Dış ülkelerden mi geldiler? Birileri, dışarıdan içeri mi sokuyor? Hayır! İçimizden çıktı hepsi de. Benim, komşumun, akrabamın, bir yakınımın, bu milletin çocukları. Tek suçları, genç olmak, kandırılmak.

Yıllar önce, gençlik dönemimde, Yavuz Bahadıroğlu’nun, “Keşmekeş” isimli, 12 Eylül darbesine giden süreci anlattığı bir romanını okumuştum. Aynı mahallede büyüyen, aynı okulda okuyan, aileleri arasında sıkı komşuluk ilişkileri olan iki arkadaş İstanbul’a üniversite okumaya gidiyor. Otogarda biri ön, diğer arka kapısından iniyor otobüsün. Ön kapıdan ineni sağcılar, arka kapıdan ineni ise solcular kapıyor, yer, yurt temin edeceklerini, burs vereceklerini söyleyerek yanlarında götürüyorlar. Hikaye uzun, özeti şöyle; yıllar sonra terör örgütlerinin gençlerin beynini yıkaması ile, o iki arkadaş hasım oluyor, birbirini vurmaya kalkıyorlar.

Düşünebiliyor musunuz? Ne kadar acı değil mi? Ekmeklerini paylaşan iki can ciğer dost, sırf farklı ideolojiye sahip diye, birbirini öldürmeye kalkışıyorlar?

Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, bugün de öyle değil mi? Sanki, değişen bir şey yok gibi? Canlı bomba eylerinde kullanılmak için kandırılan, ideolojik yıkamadan geçen gençler, bu toprağın, bu ülkenin evlatları değil mi? Bu gençler, bu yasa dışı terör örgütlerinin eline düşerken, beyinleri yıkanıp, millet düşmanı haline getirilirken, devleti yönetenler ne yapıyordu, sormak lazım? Sözüm sadece şimdiki hükümete değil, gelmiş, geçmiş, bu işte vebali olan tüm hükümetlere. Zira sorun yeni değil, yıllar öncesine dayanan ve bugüne kadar gelen, eğer üzerinde düşünülmez, çözüm üretilmezse seneler sonrasına da taşınacak acı bir vakıa. Bence, asıl sorgulanması gereken konu bu kanaatimce. Belki birileri, “terörle bunca yoğun mücadele verilirken, bu soruları sorma zamanı mı şimdi?” diyebilir. Doğrudur. Ama yıllardan beri sorulmayan, cevabı alınmayan, çözüm üretilmeyen bu soruların yanıtlarını, şimdi değil de ne zaman alacağız peki Allah aşkına?

Sormak isterim; devlet nerde? Devletin görevi vatandaşından sadece vergi almak, askere çağırmak, oy kullanmasını istemek midir? Denetleme dediğimiz, istihbarat dediğimiz mefhumlar neden gerçekleşmez güzel ülkemde? İnsanların, annelerin, babaların, toplumun canı niye yanar? Bu gençlerin, bir takım yasa dışı örgütlerin kurduğu, devletten alınan projelerle de desteklenen kurslarda beyinlerinin yıkandığını ben bile biliyorken, devletin istihbaratı neden bilmez? Neden haberi olmaz? Neden gerekli tedbirler alınmaz, kurslar denetlenmez? Denetlendi ve temiz çıktı ise, denetleyenden neden hesap sorulmaz? TİKKO, DHKP-C, MLKP, PKK ve diğer terör örgütleri, yaşadıkları hücre evlerinin duvarlarını kalın saçlarla döşerken, evlere kasalarla silah doldururken, istihbarat ne iş yapar?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan haklı olarak yeni evlenen gençlere üç çocuk derken, büyüyüp, gelişen bu çocukların yasa dışı terör örgütlerinin eline düşmesini emniyetimiz, istihbaratımız, güvenlik güçlerimiz neden engelleyemez? Kaybedecek bir tek “can”ımız bile yokken, o ismini saydığım terör örgütlerinin elindeki, beyni yıkanmış onca gencimizi, ellerinden kurtarıp da topluma nasıl kazandıracağız? Buna kafa yormak gerekmez mi?

Hatırlarsınız, Star gazetesine bomba koyan ve Gaziosmanpaşa’da polisle girdiği çatışmada öldürülen MLKP’li teröristlerden Yeliz Erbay’ın babası emekli imam Zöhtü Arbay 6 yıldır görüşmediğini kızının vatan haini çıktığını, böyle bir evlat yetiştirdiği için üzüldüğünü söylememiş miydi? Baba Erbay, kızının örgütten kopması için yoğun mücadele verdiğini, başarılı olamadığını, “5 çocuk yetiştirdim. Vatanına, milletine faydalı olsun diye üniversite okuttum. Yeliz’in, ülkesine bağlı bir evlat olmasını istedim. O hainlik yaptı. Nedir bu askere polise silah atmak, vatanına ihanet etmek? Hepsini lanetliyorum.” demedi mi? Pek, bu babanın feryadı karşısında devletin ilgili birimleri ne yaptı? Görünen o ki, sonucu beklemişler.

Başka ailelere de seslenen baba Erbay, ‘Çocuklarınıza sahip çıkın, bu tür terör örgütlerinin eline geçmesine engel olun. Böyle bir evlat yetiştirdiğim için çok üzgünüm ” demişti, hatırlayın lütfen.

Peki, devletine güvenip, evladını büyükşehre gönderen  bu babanın evladına sahip çıkamayan devlet hiç mi suçlu değil? Soruyorum tekrar, bu gençler, beyinleri yıkanırken, devlet neredeydi?

Bir başka başarılı öğrenci, parlak bir gelecek vaat eden, okul birincisi, lise talebesi, henüz 16 yaşındaki S. A. Anadolu lisesi öğrencisiyken DHKP-C örgütünce kandırıldı. Evini terk edip, Okmeydanı’ndaki örgüt merkezinde kalmaya başladı. Genç kızın ailesi, “yaşı henüz küçük, evladımın kurtarılmasını istiyorum” diyerek savcılığa başvurmuş, “kızımı örgütün elinden kurtarın” diye yardım istemişti. Her şey, bir akrabasının genç kızı Kıraç’ta, “Tiyatro öğrensin” bahanesiyle bir derneğe götürmesiyle başlamıştı.

Şimdi bu örnekleri niye yazdım?

Güneydoğu’daki terörün arkasında da, Kürtçe öğretiyoruz diye örgüte eleman kazandırılan kurslar var, Batıdaki sol terör örgütlerinin arkasında da, sanat, kültür, tiyatro, edebiyat adı altında açılan, devlet tarafından da desteklenen kurslar var. Tazelerin beyinleri burada yıkanıp, yasa dışı sol örgütlere eleman kazandırılıyor.

Bizden söylemesi.