Çanakkale günlüğü -3

Abone Ol

Kıymetli dostlar, öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Çanakkale Destanı denince akla ilk gelen isimlerden biridir Yozgatlı Hasan, namı değer "Kınalı Hasan" daha bıyıkları bile terlememişti. Cihat emrini alınca Allah yolunda şehadete ulaşmak arzusuyla Yozgat’ın Kara Yakup Köyü'nden kalkıp geldi Çanakkale'ye. Cephede sayısı azalan birliklere yapılan takviye esnasında 64. Piyade Alayı 1. Tabur 2. Bölük’e gönderildi.

Yozgatlı Kınalı Hasan

Bu bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey askerlerini savaşa bizzat kendisi hazırlar, sürekli birlik içerisinde dolaşarak askeri ile hasbıhal edip dertleşti. Yine böyle günlerden birinde Yüzbaşı birliğine yeni katılan askerlerle tanışmak için askerlerin arasında dolaşmaya başlamışken, askerlerden birinin başındaki kına dikkatini çeker. Askerlerin sağ ellerinde veya ayaklarında kına görmeye alışık olan Sırrı Bey başa yakılan kınayı ilk defa görüyordu. Askerden alacağı cevabı bildiğinden mi bilinmez ona kınanın manasını sordu. Bu sorunun ardından bir süre sessizlik yaşandı. Hasan arkadaşları arasında mahcup oldu biraz utangaç bir tavırla;

    -Komutanım cepheye geleceğim vakit anam yaktı kınayı bende "Nedendir" diye sormadım.

     Sırrı Bey utangaç askeri rahatlatmak için olsa gerek:

    -Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım anana bu kınanın hikmeti nedir? Bizde öğrenmiş olalım.

Hasan komutanına yine mahcup bir bakışla:

    -Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım.

     Sırrı Bey:

    -Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın bakalım ne cevap gelecek.

O günün akşamı bölük yazıcısı Kınalı Hasan'ın yanına gelir. Hasan söyler o yazar. Selam kelamdan cephedeki durumdan bahsettikten sonra konuyu kınaya getirir.

"Anacığım Komutan saçımdaki kınayı sordu ben bilemedim. Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Bu kınanın manası neyse söyleyiver de komutanıma söyleyeyim." Der ve mektubunu bitirir.

Cephedeki mücadele!

Mektup yollanır fakat üç ay, beş ay ne vakit köye varır bilinmez. Ancak bir gerçek vardır o da cephedeki mücadele. Çarpışmalar olağanca hızıyla devam etmekte, Anadolu'nun dört bir yanından gelen Kahraman Mehmetçikler bir bir şehit düşmektedir. Vatanı için, dini için, namusu için düşmanın önüne etten duvar örerek cennete koşan bu gencecik delikanlılar göğüslerindeki iman gücüyle topa tüfeğe boyun eğmemişlerdi.

Savaş Gelibolu’yu adeta bir kan gölüne çevirmiş ve tüm vahşetiyle devam ederken Yüzbaşı Sırrı Bey'in karargâhına birkaç mektup ulaşır. Bunlardan biri Yozgat'ın Sarıkaya ilçesi Kara Yakuplar köyündendir. Köy kâtibi cepheden gelen mektubu okumuş ve anasının söylediklerini yazarak cepheye geri yollamıştır.

Mektupta Anadolu kadınının vatan sevgisini iliklerine kadar hisseden Hatçe Ana şunları yazdırmıştır:

"Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum,

     Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy kâtibi okudu ben ağladım. Komutanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babanın yarısıdır. Sakın ola yavrum komutanının emrinden çıkma Kars'tan, Siirt'ten, Adana'dan, Uşak'tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinmişsiniz. Elbette size de öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahiret hakiki kardeşlerindir. Komutanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilemeyecek ne var ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Bende dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni vatan, millet ve Allah yolunda kurban olarak seçtim o yüzden başını kınaladım.”

                                                                                                              Anan Hatçe

Gözyaşlarına hâkim olamaz

Sırrı Bey, Anadolu anasının bu büyük kahramanlığını büyük bir his yoğunluğuyla okuduktan sonra posta erini çağırır ve mektubunu okumak ve teslim etmek için Kınalı Hasan'ı yanına çağırtır. Hasan gelmez fakat Hasan'ın bir hafta önce Arıburnu’nda şehit olduğu haberi gelince Sırrı Bey bu defa gözyaşlarına hâkim olamaz...

İşte bu olay, belki de bize bu büyük zaferin hangi şartlar altında, hangi duygular altında, sadece cephede değil cephe gerisinde de yazılan büyük destanlarla kazanıldığının en büyük göstergesidir.

Yahya Çavuş ve askerleri

Yahya Çavuş Çanakkale'nin Ezine ilçesindendir. Henüz yeni evlenmiş fakat Harp haberini alınca şahadet aşkı ile cepheye koşmuştur. Cephede stratejik önemi çok büyük olan Ertuğrul Koyu'nda görevlendirilmiştir. Eğer düşman bu bölgeyi geçerse Alçıtepe'yi ele geçirmesi Kahraman Mehmetçiği çok zor durumda bırakacak hatta savaşın gidişatı bile değişecekti. İşte bu sebeple durumun farkında olan düşman birlikleri de Ertuğrul koyundan mutlak sonuç almak için saldıracaktı...

Yapılan plana göre Ertuğrul Koyu'nda Albion Zırhlısının ateşi altında ilk anda Dublin Taburu sonra da River Clyde kömür gemisiyle çıkartma yapılacaktı... Buda yaklaşık 3000 kişilik bir çıkartma demekti. Planı uygulamaya koyan düşman birlikleri tam çıkarma yapacakları sırada Yahya Çavuş ve askerleri şiddetli bir ateşe başladı. Yoğun ateş altında kalan sandalların çoğu geri kaçtı. Bir kısmı ise battı... Ancak çok az bir kısım asker karaya çıkabilmişti. İşte tam bu esnada denizden gelen askere karşı cephanelerin azaldığını gören Yahya Çavuş arkadaşlarına dönerek;

"İki kişiyi bir araya getirerek ateş edin! Mermileri israf etmeyin." diye seslendi.

Yahya Çavuş ve kırk askeri evet sadece kırk askeri adeta düşmana karşı etten bir duvar örmüştü. Bir Kumandan gibi birliğini yöneten Yahya Çavuş 3000 kişilik düşman kuvvetini kırk askeri ile birlikte durdurmuştu.

İşte her zaman söylendiği gibi aklın dahi anlamakta zorluk çektiği yerde “Çanakkale Destanı” başlamıştı... Yahya Çavuş 40 kişiyle 3000 kişilik bir orduyu durdurmuştu. Askeri bir deha olduğu söylenen Yahya Çavuş sorumluluğu dâhilinde olmamasına rağmen bu görevi kendisi planlamış ve ordusuna çok değerli saatler kazandırmıştı...

Bir İngiliz’in hatıralarındaki şu söz aslında her şeyi özetlemektedir:

" Alçıtepe'de açan bahar çiçeklerini gördük ancak bir türlü tepeyi ele geçiremedik..."

Kirte’de bir cenaze namazı

Düşman bütün gücüyle top tüfek demeden saldırıyor, Mehmetçik ise tekbir sesleriyle muhareben muharebeye koşuyor, şehit oluyor, Hakka yürüyor ancak vatanına, dinine göz dikmiş bu adi düşmana geçit vermiyordu.

Bu muharebelerden biri Kirte Muharebesi... Ön siperdekiler var gücüyle çarpışıp şehit olurken arka siperdekiler bir taraftan hücum emrini bekliyor, bir taraftan şehitliğin heyecanıyla kıpır kıpır olan dudaklar, dualar okuyor, Kelime-i Şahadetler getiriyordu. Tam bu esnada ön sıradan tok bir ses yükseldi.

Hücum emrini bekleyen Yüzbaşı askerlerine dönerek:

-Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabbil Âleminin huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim...

 

Rablerinin huzuruna tertemiz çıkmayı düşünen bu şanlı askerler teyemmümün ardından sabırsızlıkla düşmanla cihat emrini beklerken seslendi Yüzbaşı:

-Evlatlarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım... İşte Kâbe karşımızda...

İşte tam o esnada arkadan bir babayiğit Oflu Ali Çavuş ayağa fırladı ve bağırdı: "Er kişi niyetine…"

İşte kendi cenaze namazlarını kılarak Allah aşkıyla yanıp tutuşarak hücuma kalkan, isimlerini tarihe kıyamete kadar silinmeyecek bir şekilde altın harflerle yazdıran bu kahraman Mehmetçikten çok azı sağ kalabilmişti.

Bombasırtı’nda yaşananlar

Çanakkale Cephesi bir milletin “İman Gücü” ile varoluş mücadelesi verdiği yerdir. Sevdası ezan olan, vatan olan, bayrak olan kahraman Mehmetçiklerin gözlerini bile kırpmadan Allah aşkıyla, Peygamber sevdasıyla çarpan göğüslerini düşmana siper ettiği, dine, imana, ezana ve bayrağa düşman eli değmesin diye can verdiği yerdir Çanakkale...

Osmanlı Harbiye’sinin değerli askerlerinden Çanakkale Cephesi’nde Yarbay rütbesi ile bulunan ve Anafartalar’da büyük bir kahramanlık destanına tanık olan Gazi Mustafa Kemal Paşa, aziz vatanımızın bu kahraman evlatlarının göğsündeki iman aşkını şu şekilde anlatıyor:

“Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran işte bu yüksek ruhtur...”

Bugüne kadar bu topraklarda “Ezan susmasın, bayrak inmesin” diyerek şehadete koşan aziz şehitlerimiz vatan size minnettar…