Bu ülke dar alanda tarihçilik yapanlar yüzünden uzun yıllar kendine bir ufuk belirleyemedi. Aktarma tarihçilikle iktifa edildi. Metin yayını ve tahlille zenginleştirilmedi. Bunun birçok sebebi var: Geçiş dönemleri, kurucu iradenin baskısı, kanonlar, ezberler, bilimsel yetersizlik, tembellik…
Merhum Halil İnalcık, şimdilerde Mehmet Genç, İlber Ortaylı gibi birkaç mühim ismin dışında kalanların çoğu yine menkıbe tarihçiliği yapıyor. Yahut aktarmacı…
Daha da önemlisi doğru dürüst metin okuması yapabilenlerin sayısı bile çok az!
Güncel dünya meselesi koronavirüs tahlilleri yaparken aklımıza geldi: Millet olarak binlerce yıllık geçmişimizde hangi badireleri atlattık? Hangilerinin üstesinden nasıl geldik? Savaşlar dışında doğru düzgün bir tarih yazımımız neden olmadı?
Bu soruların cevabını giriş paragrafında vermeye çalıştık…
Şair dostumuz Celal Fedai, bir kaç zamandır gırtlağını yırtarcasına bir gerçeği haykırıyor: “Türkiye ‘tarihi kader’ine dönüp Selçuklu ve Osmanlı’nın yaşanan zamandaki devamı olacağına yok olsun diyen bir zihniyet, şimdi de coronavirüsünden medet umuyor. Bir yerlerinizi yırtın! Boşuna. Çünkü 21. asır Türkiye’in asrı olacak. Yerinizde olsam Türkçe öğrenirim.”
Devam ediyor: “Türkiye her bakımdan dünyanın en güçlü ülkesi olsa da onu kendilerinin devleti olarak görmedikleri için bugünkü alıklıklarıyla muhaliflik edenler yine aynı muhalefeti edeceklerdir. Benim için durum tersidir. Türkiye benim gözümde zayıf olsa da –ki çok güçlüdür- benim ülkemdir.”
İşte bütün okumalara buradan başlamak gerekiyor. Alev Alatlı’nın dediği gibi “Türkiye, yeryüzünde anlamsız ve amaçsız kalınacak son ülkedir.”
Bugünlerde bunu çok daha iyi görüyor ve anlıyoruz.
ABD’deki Dinler Tarihi Müzesi’ni gezenler görmüşlerdir. Putu olmayan tek millet Türklerdir. Onlar Göktanrı ile başlamıştır yolculuğa ve böyle de devam etmiştir. Folklorik bir-iki totemi dini bir tapınma aracı olarak görmemişlerdir. Diğer bütün milletlerin putu vardır ve bu müzede sergilenir.
Türk’ü büyük yapan en önemli hasletlerden biri budur.
Türk, tarihinin hiçbir döneminde sömürgeci olmadığı halde büyüktür. Ne Belçika gibi elmasları için Afrika’ya çökmüştür. Ne paraları ve zengin doğalgaz yatakları için Fransa gibi… Ne de altınları için İngiltere gibi…
İşgalci olmamıştır. Fetih bilinciyle yürümüştür bütün kıtalarda. Gittiği yere medeniyet götürmüş, eserler inşa etmiş, ihya etmiştir.
Türk, Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Umutsuzluğun en belirdiği yerde umut” olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdi dünya…
Büyük Türk tarihinin on binlerce yıllık pratiğine muhtaç. Kendini efendi gören, kibirli, kemirgen ve sömürgeci dünyaya büyük bir ders olarak duruyor tarihimiz. Eğer Türk’e bakarak “bütünlüklü tarih” ya da “bütüncül tarih” okumalarını doğru yaparlarsa çıkabileceklerdir bu kuyudan…
“Hazreti İsa, zengin delikanlıya verdiği öğütte, ‘Git bütün varını sat ve fakirlere dağıt’ demekle fakirleri değil zenginliğin çürüttüğü delikanlının ruhunu düşünüyordu. Bu kazanç hırsıyla çürüyen, çürüdüğünü bilemeyen ruhları düşünmeye mecburuz.” (Nurettin Topçu)
İşte bizim büyük tarihimiz çürüdüğünü görmeyen, göremeyen ruhlara ayna tutuyor.
Bu ülkenin Sağlık Bakanı, koronavirüsten hayatını kaybedenlerin istatistiğini açıklarken işte bu büyük ruh haliyle gözyaşlarına hakim olamıyor.
Avrupa iyi zamanda romantik bir birliktelik yaşadı. Şimdi hakikate ihtiyaçları var. Fakat romantizm bitti ve birbirlerini satmaya başladılar. O yüzden hasta ve yaşlıları “zaten ölecekler” deyip hastanelere bile götürmüyorlar.
Türkiye’de doğup İtalya’ya yerleşmiş…
Bir söyleşisinde “Türkiye’de doğmak benim elimde değildi” diyerek ülkesini alçaltmış bir sinemacının…
Sığındığı mağarayı virüs basınca ‘aşağılık’ (!) ülkesine kaçar adım geri dönmesi işte böyle bir sefaletin sonucudur.
Bu ülke büyük bir ülkedir.
Bu millet büyük bir millettir.
Birkaç günlüğüne ülke değiştirdiğinizde bu büyük duygunun ne kadar mübarek olduğunu zaten görüyorsunuz.
Ne IMF, ne kıytırık belediye başkanlarının etrafını zenginleştirmek için başlattığı yardım kampanyaları, ne alık muhalefet, ne aymaz sanatçı güruhu, ne Dünya Sağlık Örgütü…
Ne o, ne bu…
Hiç kimse bu büyük kaderi değiştiremez.
İşte o yüzden: Biz bize yeteriz…
Tanpınar’la bitirelim: “Ben Türkiye’yim, Türkiye benim adesem, ölçüm ve realitemdir. Kainata, insana, her şeye oradan, onun arasından bakmak isterim.”