Büyük kırılma: Aile (III)

Abone Ol

Sağlıklı ve düzenli bir aile olabilmenin şartlarından biri de –tıbbi zorunluluklar dışında- kuşkusuz aile ortamında çocukların varlığıdır. İdeal bir ailede çocukların varlığı, eşlerin sadece psikolojik ve ontolojik ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, yuvanın atmosferini değiştirir, geleceğe dair ortak ümit ve hayaller beslenmesini sağlar. İnsanoğlunun gerçekten de bütün bu süreçlere fıtraten ihtiyacı var. Hattainsanın yaşı geldiğinde torun sahibi olmak bile bir ihtiyaç olarak birdenbire beliriveriyor.

Çevremdeki birçok dostumu, arkadaşımı, eski öğrencilerimi yaşları geldiğinde,zamanında evlilik konusunda her zaman teşvik ettim. Evliliğin anlamını bilen, sorumlu, gereken fedakârlığı karşılıklı olarak gösterebilen kişilikler olarak onlaradeğer veriyorum. Hemen hepsinin birkaç çocuğu ile mutlu ve huzurlu yuvaları var. Çoğunun iş hayatlarına da yansıyan başarılarını izlemek insana büyük keyif veriyor. Kiminin standartları yüksek, kiminin düşük, ancak çocuklarının varlığı, karşılıklı olarak birbirilerini sevip sayan bir eşlerinin olması mutlulukları için onlara yetiyor.

Aile, değerler üzerine kurulmadıkça, artık şimdilerde trend olduğu gibi çoğu kez maddi ve bedeni ihtiyaçlara dayalı materyalist bir ilişkinin üzerine kurulmuş oluyor.

Maddi değerlerin asıl değerlerin önüne geçmeye başlaması da aileleri sarsan asıl faktör oldu. Kanaatten uzaklaşma, doyumsuzluk, narsis ve benmerkezci yeni insan tipi, insan doğasında var olan aile kurumunun değerini kaldıramayacak kadar küçüldü. Diğer yandan, sanatçıların hiçbir özel alanı bırakılmayacak şekilde ekranlarda teşhir edilen hayatları, kısa süren evlilik ve boşanmalarının özendirilmesi, gençlerin bir kısmının evlilik algısını zedeledi.

Hâlbuki iyi bir yuva kurmaya ve sürdürmeye, oturulan evin genişliği, içindeki eşya sayısının çokluğu, giyim harcamalarının yüksekliği, pahalı jeepler yeterli değildir. Bunu hepimiz örnekleriyle biliyoruz.

Sevdiğimiz insanları ve ailelerini, çok özel durumlar olmadıkça,evliliklerini geciktirmemeleri yönünde teşvik etmek gerekiyor.  30-40’lı yaşlarda evlenmek hala mümkün olsa da, insan artık o çağlarında kişiliği tamamen şekillenmiş, çoğu kez aynı evi bir diğeri ile paylaşamayacak şekilde yerleşik alışkanlıklar kazanmış ve tahammül eşiği düşmüş bir döneme girmiş oluyor. Severek sayarak birbirini kontrollü şekilde tanıyarak ve ailelerin de moral desteğiyle 20’li yaşlarda yapılan mutlu evliliklerin kalıcı sonuçlarını çevremde rahatlıkla gözlemleyebiliyorum. Bu yaşlar, ev, ev eşyası ve araba takıntısı ve zahmeti olmayan insanlariçin evlilik bakımından ideal yaşlar.Çünkü bu yaşlar hayat enerjinizin yüksek olduğu, idealizm ve gelecek beklentilerinin en canlı ve motive edici olduğu dönemler. Kurulan yuvada hayatı başbaşa inşa edip zorlukların ve mutlulukların paylaşıldığı dönemler o yıllar.

Aileler yuva kuracak çocuklarına, iyi bir yuva kurabilmeleri için gereken anahtar değerler olaraksevgi ve saygıyı, tahammül ve fedakârlığı anlatabilseler ve kendi hayatlarıyla da onlara örnek olabilseler aşılmayacak dert kalmaz. Genç eşlerin öğrenme süreçlerini yaşamalarına fırsat verilmeli ve her ikisini de kendi çocukları olarak kabul edip rehberlik yapmaları yetecekken yeni ailenin içine girmeye kalkışmamalılar.

Son 30 yıldır, ailelerin sosyal ilişiklerindeüç yönden daralmaya şahit oluyoruz. Bu daralmalardan ilki:Aileler arası temastaki düşüş, mahalle yapılarının apartman bloklarına dönüşmesi, sokakların çocuklar için eskisi kadar güvenli olmayışı, oyun alanlarının daralması,  televizyon ve bilgisayarların sanal ve sahte arkadaşlığı çocukların zihin ve hayal dünyalarını farklı noktalara çevirmiş olması ciddi bir daralma alanı ortaya çıkardı.

İkinci daralma, bilegeldiğimiz aile ortamı da insan ilişkileri de elektronik cihazların gölgesinde kaldıkça aile içi ilişiklerdeki seyrelme ile ortaya çıktı.Evin her köşesine dağılmış aile fertleri, tablet veya cep telefonlarına gömülmüş olması, aile kurumunda gözle görülür bir kan kaybına yol açtı. Artık, ana öğretici edasıyla evlerin başköşelerine kurulu televizyonların sesinin dışında ses seda duyulmaz oldu. Hâlbuki çocukların anadil yeterliliklerini, kelime hazinelerinin seviyesini, ilk sosyal becerilerini aile içinde kazandıklarını küçükler bilmeyebilir, ancak büyükler de bunları unutmuş gibi davranıyorlar.

Üçüncü bir daralma, son 1980 sonrasında, ekonomik ilişkilerin baskınlığı, kendine yeterlilik duygusu gibi zanlar ve sınıflı toplum yapısının sosyal yapıyı derinleşecek şekilde katmanlara bölmesi ilişkilerin yapısını değiştirmeye başladı.Bu yeni tarz, insani temasları da ailelerin birbiriyle temaslarını da önemsizleştirdi.

Bugün çoğumuz çocukluk yıllarımızın hoşluğunu nostaljiyle ararken,çocuklarımıza o ortamlardan daha iyilerini sunmak için gayret gösteremiyoruz. O yılların güzel yanlarını, kenarından köşesinden çocuklarımıza da yaşatma fedakârlığını göstermeli, ferdi olarak veya komşularımızla, yakınlarımızla ve okullarla işbirliği halinde oluşturmak zorundayız.

Diğer taraftan, Devlet nezdinde yapılması gerekenler azami titizlikle ve stratejik politikalar belirlenerek yürütülmelidir. Özellikle,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yok olan aile değerleri ve yapısıyla ilgili önleyici çalışmalar yapması, teşvik edici faaliyetler yürütmesi ve orta öğrenimden üniversitelere, belediyelerden diğer kamu idare ve kurumlarına kadar her yerde aktif olarak yürütülen ve varlığını gösteren stratejiler üretmesi öncelikli görevidir…