Bir insan tecrit odasına hapsedilip, içerdeki hava yavaş yavaş çekilmeye başladığında ve oksijensiz bırakılmaya mahkum edildiğini fark edince ilk önce gardiyanları ikna ederek kendisine yapılanları durdurmak ve ardından da kaçmak için bir yol arar. Bu örnek, benim ülkemdeki durumu bir şekilde ifade etmektedir; toplum ve hükümeti mahkumlar, memorandum anlaşmalarını hücre, likidite azlığının neden olduğu ekonomik bunalımı ise gittikçe azalan hava olarak resmedebiliriz.
Ülkem şu an iki büyük problemle karşı karşıya; birisi devletin iç ve dış ödemelerini yapmasını engelleyen likidite azlığı diğeri ise önceki hükümetlerin sorumluğundan ve aynı zamanda sıcak para sağlayan kreditörlerin kötü niyetlerinden kaynaklanan büyük dış borç.
26 Ocak 2015 tarihinde Başbakan olan Aleksi Çipras, hükümete geldiği zaman halkın yüzde ellisi ekonomik olarak çok ciddi zararlar görmüş ve 5 yıldır fakirlik sınırında yaşayan bir tabloyla karşılaştı. Çipras Avrupa kurum ve kuruluşlarından gelen şantaj ve tehditlerin ortasında Yunanistan’ı Avrupa medyasının birinci meselesi haline getirmeyi ve aynı zamanda kendisinin tutucu Avrupa liderleri karşısında eşit bir muhatap alınmasını sağladı. Çipras aynı zamanda bariz bir şekilde kötü sonuçları olan ve farklı yoğunlukta olmasına rağmen İspanya ve Frankfurt örneklerinde görüldüğü gibi tasarruf politikalarının olumsuz yönlerini vurgulamayı da başardı.
Salı günü, AB ve Avrupa Merkez Bankası liderleri ile yaptığı son görüşmesinde de bu meseleleri açıkça, dürüstçe ve sabırla masaya koydu. Merkel’le yüz yüze gerçekleşen mini zirvede, Merkel kendisinin Yunanistan’daki özelleştirme sürecini geciktirdiğini ileri sürdü. Buna karşılık Çipras, liderleri tasarruf politikalarının sürdürülemeyeceği hususunda ikna etti. Bununla birlikte tasarruf politikalarının Yunanistan hükümetinin kendi rızası ile zamanı geldiğinde değerlendirilebileceğini ve reform politikalarının da yakında uygulamaya geçirileceğini kabul etti.
Sevgili okuyucular, bizim karşılaştığımız bu sorunlar size uzak ve hatta çok çirkin şeyler olarak görünebilir fakat unutmayınız ki bir ülkenin kreditörlerin kontrolü altında olması ölüm kalım meselesidir. Hatırlayınız 2000 yılında Türkiye IMF programına dahil olduğu zaman tasarruf politikaları uygulamaya zorlanmış ve IMF’ye olan borcunun son taksitini de ancak 2013 yılının Mayıs ayında geri ödeyebilmişti. Bugün Türkiye’nin dış borcu milli gelirinin yüzde 40’ına tekabül ederken bizimkisi milli gelirimizin yüzde 178’ine tekabül etmektedir. Yunanistan şimdiye kadar 240 milyar avroluk borcunun 220 milyon avrosunu bu kurumlardan aldı. Alınan bu miktarın yüzde 96’sı Avrupa Bankası, kredi sağlayan devletler ve IMF’ye geri borç ödemesi olarak yapıldı. Sadece kalan yüzde 4’ü Yunan ekonomisine girmiştir bu paranın! Aynı zamanda bilinmektedir ki Yunanistan Ağustos 2014’e kadar aylık geri ödemelerini yapmasına rağmen kreditörlerinden herhangi bir ödeme dilimi alamamıştır.
Parlamentonun hükümet kanadı milletvekili Dragasakis’e göre “2020 yılına kadar biz 43 milyar avro faiz ve 83 milyar avro borcun anaparasının geri ödemesini yapmak zorundayız!” Bu 6 yıldan az bir süre içerisinde, 125 milyar avrodan fazla bir ödeme demektir. Bu borcun büyük bir kısmının iptali olmaksızın, geri ödemesinin kesinlikle mümkün olmadığı anlamına gelmektedir. Bu büyük borcun ortaya çıkış skandalı, Yunan parlamentosu sözcüsü Zoi Konstandopoulou ve SYRIZA’dan Sofia Sakarofa ve daha önce Ekvador ekonomisinin iyileştirilmesinde görev alan ve aynı zamanda illegal ve usulsüz borçlar alanında uzman olan Belçikalı ekonomist Eric Toussaint’ın başında olduğu “Borçların Denetimi Komitesi” tarafından araştırılacaktır. Bu resmi komite bu kamu borcunun doğasını bileşenini ve nedenlerini araştıracak ve aynı zamanda bunun sorumlularını ortaya çıkarmayı amaçlayacaktır.
Bu durumun, ülkenin içinde olmuş olduğu baskı ve maruz kaldığı şantajlar da dikkate alınarak karışık, zor ve acınası olduğu bilinmekle birlikte taahhütlere bağlılıklardaki gecikmeye rağmen hükümetin, toplumdaki yüksek tansiyonu indirmekten başka bir yolu bulunmamaktadır. Bu çerçevede, Yunanistan yoksulluk sınırı altında yaşayan grupların asgari geçim şartlarını sağlamak üzere elektrik ve gıda yardımı gibi hususları kapsayan insani kriz kanunu, devlete borçlu olan kişilerin durumunu yeniden gözden geçirilmesini öngören kanunu kreditörlerin ciddi itirazlarına rağmen çıkardı.
Sonuç olarak biz açık bir şekilde borç bağımlılığımızdan kaçmak için mücadele ediyoruz.