Sovyetler Birliği’nden bu yana Rusya’nın Kıbrıs’a yönelik ilgisi artarak devam ediyor. Rusya’nın anti-emperyalizm, komünizm ve ortodoksluk üzerinden Kıbrıslı Rumlarla geliştirdiği ilişkiler, Makarios döneminden günümüze etkisini sürdürüyor. Bazı uzmanlara göre Rusya, adanın güneyinde küçük bir Moskova inşa etmeye çalışıyor. Böyle bir iddianın nedeni, Rum tarafında artan Rus nüfusu, okulları, radyo istasyonları, kiliseleri, iktisadi ve kültürel kurumları ve “Ben Vatandaşım” adındaki siyasi partileri.
Güney Kıbrıs’ın, kendi limanlarını Rus askeri gemilerinin kullanımına açan anlaşmayı Şubat 2015 tarihinde imzalamasıyla, yukarıdaki iddia biraz daha güç kazandı. Nitekim bu anlaşma, AB’nin Rusya’ya ekonomik yaptırım kararı almasından sonra gerçekleşti. Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, söz konusu limanların “terörle mücadele ve korsanlık olaylarını engellemek için” kullanılacağını ifade etmişse de Doğu Akdeniz’de jeopolitik denklemlerin değiştiği bir ortamda yapılan bu açıklama pek itibar görmedi.
Anastasiadis, Komünist Parti AKEL’in ve Rum Yönetimi’nin eski Lideri Dimitris Hristofyas gibi yüzü Moskova’ya dönük bir siyasetçi olmadı. O, her zaman Brüksel merkezli bir siyasetten yana tavır koydu. Ancak realpolitik gerçeklik, Rusya ile Güney Kıbrıs arasında kurulan köprülerin devamını emrettiğinden, Anastasiadis’in Rusya’yı gücendirici ve dışlayıcı bir siyasi çizgiye kayması pek olası değildir. Bunun sebebi, ABD ve AB’ye duyulan güvensizliğin Güney Kıbrıs’ta güçlü bir şekilde devam etmesidir. ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin “2019 Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve Enerji İşbirliği” adlı yasası kapsamında, Kıbrıs’ın limanlarını ve altyapısını Rusya’ya kapatma girişiminin Rumlar tarafından kabul görmemesini, bu güvensizliğin bir yansıması olarak okumak mümkündür.
Moskova’nın, NATO ve AB bloğuna karşı Kıbrıs, Malta ve Yunanistan gibi Akdeniz’in stratejik ülkelerine ciddi yatırımlar yaptığı ve bu ülkelerde kısmi koloniler oluşturmaya çabaladığı bilinmektedir. Buralarda meydana gelecek “Küçük Moskovaların” orta vadede Rusya’ya önemli lobi desteği sunacağı açıktır.
Benzer stratejinin işaretleri KKTC’de de görülebilir. İşin tuhaf yanı, “olumsuz ve yasaklayıcı” birçok diplomatik açıklamaya rağmen KKTC’de sürekli yaşayan Rus sayısının 10 bin civarına ulaşmasıdır. Bu sayının yakın zamanda daha da artacağı öngörülmektedir. Irkçılığı ya da yabancı düşmanlığını tasvip etmemiz veyahut belli bir insan kitlesini hedef göstermemiz elbette düşünülemez. Buradaki amaç, adanın hem kuzeyinde hem de güneyinde Rusya ve İsrail’in sosyolojik bir şekilde hızla güçlendiğine dikkat çekmektir.
Aslında yazının cevap aradığı soru şudur: Tüm bu demografik gelişmeler, İsrail ve Rusya’nın, Doğu Akdeniz’deki varlığını ve nüfuzunu artırma stratejisi kapsamında değerlendirilebilir mi? Yoksa bu durum turizm ve ticarete dayalı basit bir nüfus hareketliliği midir? Rum Yönetimi’nin, AB’nin ileri karakol ülkesi olmasıyla birlikte Kıbrıs’ın cazibesinin arttığı ortadadır. Fakat Kıbrıs’ta yükselen İsrail ve Rus etkisinden rahatsızlık duyan Fransa’nın, AB gücü altında Güney Avrupa ülkelerini etrafına toplamaya çalışarak yeni bir denge arayışına girmesi, malum şüphelerin güçlenmesine yol açmaktadır.