“Burası dünya. Burası bu kadar işte.”

Abone Ol

Küçük Prens’in talebesi Nabi Avcı’ya, Ülkü Ocakları’nda Küçük Prens okumayı şart koşan Lütfü Şehsuvaroğlu’na ve diğer tüm Küçük Prens sevdalılarına selam olsun.

Yazıma “Küçük Prens Romantizmi Hastalığı”nın* şerrinden rabbime sığınarak başlıyorum.

Antoine de Saint-Exupéry’nin 1943 senesinde yazdığı meşhur Küçük Prens kitabını bilirsiniz. Hani şu boa yılanının bir fili yuttuğu; ama herkesin onu şapka zannettiği, 1909’da bir Türk gökbilimci tarafından keşfedilen fakat giysileri yüzünden kimsenin ona inanmadığı asteroid B612 gezegeninde baobap ağaçlarına karşı çalılıkları yiyen bir koyunun olduğu ve hatta dediği dedik bir Türk liderden de bahsedilen, evcilleştirilmiş bir tilkinin bizim küçük prense şu şekilde akıl verdiği bir güzel kitaptır bu: “İşte sırrım, çok basit: En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez.” Hakikati fısıldar bize Küçük Prens kitabı, şöyle der bir yerde: “Gülünü senin için bu kadar önemli kılan, ona harcadığın zamandır.” Bu kadar girizgâhtan sonra Küçük Prens kitabını hâlâ okumamış olan 7-77 yaş aralığında bir okurumuz varsa lütfen okusun, okuyanlar da bir daha okusun.

İşte bu güzel kitabın muazzam bir filmi var şu sıra sinemalarda, yine aynı isimle. İzlemeye giderken içimde tedirginlikler yok değildi. Malum bir kitap beyaz perdeye aktarıldığında genelde beklenilen sonucu bulamıyor insan. Sizin için mühim olan kısımlar atlanmış oluyor, kitapta geçen cümleler değişmiş oluyor, kitaptaki karakterler hayalinizdeki gibi yansıtılmamış oluyor ekrana vesaire vesaire. Ama Küçük Prens filmi öyle değil! Altını çizdiğimiz satırlar karşımıza aynen çıkıyor. Müzikler şahane, görsel şölenden bahsetmiyorum bile. Bu filme gittim ve vuruldum. İlk defa şunu dedim hatta: “DVD’si çıkar çıkmaz alıp koymalıyım kitaplığıma.” Abartıyor muyum? Belki biraz, ama dostumuz Küçük Prens’i de abartmayacaksak kimi abartacağız şu âlemde? Küçük Prens filmini hâlâ izlememiş 7-77 yaş aralığında bir okurumuz varsa lütfen izlesin, izleyenler de bir kez daha izleyebilir pekâlâ.

Kung Fu Panda filmiyle ismini işittiğimiz Mark Osborne’nun yönetmenliğinde yapılan bu filmi gerçekten çok sevdik. Zaten Kung Fu Panda’ya da bayılmıştık. Kitap birebir aynı sayılır. Tabi günümüze uyarlamasını hikâye içre hikâye şeklinde yapmışlar. Çok da açıktan yazmak istemiyorum sürpriz olsun yeni izleyeceklere. Tamam, belki biraz sonunu sevmemiş olabilirim fakat “Burası dünya, burası bu kadar işte.” demişler.

Son söz: Okuyun, okutun. İzleyin, izletin. Ben de yazıhanedekileri ikna edersem Küçük Prens için tekrar sinemaya gitmeyi düşünüyorum.

*Böyle bir hastalık tıp literatüründe olmasa gerek, ben uydurdum. Fakat hastalığa yakalanmışımız çok.