Bombalardan gizlenen okullar ve hastaneler

Abone Ol

Halep adeta Esed’in bombalarına karşı yıkık minarelerden yükselen “Allahûekber” nidalarıyla direniyordu. Birçok farklı İslam ülkesinde, birçok farklı şehirde ezan dinlemiştim. Fakat Halep’e yağan bombaların eşliğinde okunan bu ezan sesleri kadar beni hiçbir ezan sesi etkilememişti.

Halep’te yaşanan trajedinin boyutlarının en net şekilde görülebileceği yerlerin başında şehrin merkezindeki Halep Mezarlığı geliyordu. Mezarlığa yakın bir sokak arasında kameraman arkadaşım Muaz Türkmen ve mihmandarımız Mustafa ile çekim hazırlıkları yaparken birden tekbir sesleri duymaya başladık. Hemen tekbir seslerinin geldiği yere doğru yöneldik. Bir cenaze daha gelmişti. Kendi kendime “İnşaallah çocuk cenazesi değildir” diye söylenirken ölen kişinin 17-18 yaşlarında bir genç olduğunu fark ettim. Mezarlığa tabutsuz, kefeniyle getirilmişti. Kalabalık sürekli tekbir getiriyor, babası ve birkaç arkadaşı da şehidin yüzünü okşuyordu. Kimsenin ağlamaması, feryat etmemesi dikkatimi çekti. Bu duruma şaşırdığımı fark eden Halepli gazeteci dostum Mustafa “Ölüm bizim için artık o kadar normalleşti ki ölülerimize ağlayamaz olduk” dedi. Gencin nasıl öldürüldüğünü sorduğumda kalabalıktan biri az önce bir keskin nişancı tarafından vurulduğunu söyledi. Güyaahirette Hz. Ali’nin şefaatine nail olabilmek için Suriye’ye gelen keskin nişancılardan birinin kurşunuyla bir Halepli daha can vermişti. Mezarlıkta bir köşeye çekildim. Tıpkı bir buçuk milyarlık İslam Âlemi gibi ben de bu ölümler karşısında çaresizdim. Çaresizliğin ne büyük bir acı olduğunu Halep’teki o mezarlıkta bir kez daha hissettim. Birazdan yeni bir ceset daha gelecekti. Daha sonra da yenileri… Fakat ben artık dayanacak durumda değildim ve arkadaşlarıma “artık gidelim” dedim.

Bombardıman altında okunan ezanlar

Halep’te Esed rejimine bağlı savaş uçaklarının en yoğun şekilde hedef aldığı yerlerin başında camiler geliyordu. Şehirde bombalanmamış cami, yıkılmamış minare hemen hemen kalmamış gibiydi. Ziyaret ettiğimiz camilerden Şehidler Mescidi’nin yıkıntıları arasından bulduğum Kuran’ı Kerim’in tozlanmış sayfalarını temizlerken içimde depremler kopuyor, gözyaşlarımı Halep’e geldiğimden beri yaptığım gibi yine içime atıyordum. Yıkık da olsa, her biri birer harabeye de dönüşse Halep’in camilerinden ezan sesleri yükselmeye devam ediyordu. Halep adeta Esed’in bombalarına karşı yıkık minarelerden yükselen “Allahûekber” nidalarıyla direniyordu. Bir çok farklı İslam ülkesinde, bir çok farklı şehirde ezan dinlemiştim. Fakat Halep’e yağan bombaların eşliğinde okunan bu ezan sesleri kadar beni hiçbir ezan sesi etkilememişti. Savaş uçaklarından atılan bombalar evlerin üzerine, sokaklara düşerken müezzin daha gür bir sedayla “Allahûekber” diye haykırıyordu. Ben ise bomba seslerine karışan Allahûekber’in anlamını o an daha iyi anlıyordum. İnanın hiçbir hoca bana Allahûekber’in anlamını bu denli etkili anlatamazdı.

Emevi Camii’ni savunan mücahidler

Halep’teki günlerimiz daha çok bombaların altında, çatışmaların arasında geçiyordu. Daha bir önceki gece Esed’in savaş uçaklarından üzerimize ateş açılmış, arabamızın farlarını söndürüp son sürat gaza basarak kurtulmuştuk. Kaldığımız yerin 50 metre ilerisindeki bir cami de biz evden çıktıktan bir saat sonra bombalanmıştı. Bunlar bize garip gelse de Halepliler için son derece normal olaylardı. Halep’te günlerimiz ölümle hayat arasındaki ince çizginin üzerinde geçerken ben özellikle Emevi Camii’ni görmek, Zekeriyya Aleyhisselam’ın caminin içindeki kabrini ziyaret etmek istiyordum. Gazeteci dostumuz Mustafa Sultan’ın uzun uğraşlarının ardından Emevi Camii’ni savunan mücahidlerden izin aldık. Halep’in en önemli sembollerinden biri olan Emevi Camii ve etrafı aynı zamanda çatışmaların da en şiddetli yaşandığı yerlerden biriydi. Hem Esed güçleri hem de mücahidler sembolik ve stratejik önemi nedeniyle camiye büyük önem veriyorlardı. 3.5 yıldır camiyi savunan mücahidlerin komutanı olan Ebu Muhsin’in rehberliğinde caminin avlusuna girdik. Emevi Camii de artık Halep’teki diğer camiler gibi tanınmaz hale gelmişti. Caminin içi kum torbalarından yapılmış siperlerle ve bu siperlerdeki genç mücahidlerle doluydu. Zekeriyya Aleyhisselam’ın kabrinin bulunduğu sandukanın etrafı ise tente ve brandalarla sarılmıştı. Duvarlardan tavana kadar her yerde kurşun ve bomba izleri vardı. Aslında cami ve etrafında 3.5 yıldır bir kahramanlık destanı yazılıyordu. Verilen onlarca şehide rağmen Baas ve İran güçlerinin Emevi Camii’ne girmeleri Ebu Muhsin’in komutanlık yaptığı bir grup genç mücahid tarafından engelleniyordu. Camiyi terk ederken benim için yeryüzünün en onurlu ve asil insanları Halep’dekiEmevi Camii’ni koruyan o bir grup mücahiddi.

Her şeye rağmen süren hayat

Osmanlı’dan bugüne bölgedeki en önemli ekonomik merkezlerden biri olan Halep’te ticaret de artık durma noktasına gelmişti. Şehirde sabahları erkenden dükkânlar açılıyor, bombalama başlayınca kepekler hızlıca kapanıyordu. Bombardıman bittikten sonra ise sokaktaki hayat kaldığı yerden devam ediyordu.

Şehirdeki en büyük problemlerden biri de hasta ve yaralıları tedavi edecek uzman doktorların olmamasıydı. Hasta ve yaralılar tamamen amatör sağlıkçılar tarafından tedavi edilmeye çalışılıyordu. Şehir savaş uçakları tarafından sürekli bombalandığı için hastanelerin, tedavi merkezlerinin yerleri sürekli gizli tutuluyordu. Çoğu zaman sığınaklar tedavi merkezi veya hastane olarak kullanılıyordu. Halep’te tıpkı hastaneler gibi çocukların eğitim gördükleri okullar da gizleniyor ve eğitim ara sokaklardaki evlerde sürüyordu. Şehirde ayrıca yoğun şekilde gıda sıkıntısı da yaşanıyordu. Üst üste gelen mazot krizleri şehirde yaşanan sıkıntıları ikiye katlamıştı.