Boğaziçi olayları, Cumhurbaşkanımızın her üniversiteye olduğu gibi oraya da yetkisini kullanarak bir rektör atamasıyla başladı.
Sözde, rektör atamasını protesto eden grup; ülkeyi karıştırmak, kaosa sürüklemek için her yolu denedi. Terör örgütleri ile kol kola girip Müslümanlara hakaretler yağdırdılar, başta Kâbe olmak üzere İslam’ın kutsallarına arsızca saldırdılar. LGBT gibi ahlaksızlığın savunucusu ve yayıcısı örgütlerin sembolleri ile bu millete ve devlete meydan okudular.
Bunu yaparken de oraya yüksek puanlarla yerleşmiş olmanın kibriyle, enaniyetiyle “Boğaziçi kültürü” diye bir kavrama sığındılar.
Boğaziçili olmayı, tüm kimlik ve kişilik özelliklerinin önüne koyan çarpık bir zihin dünyaları var. Hâlbuki hepsi bu milletin evladı, bu toprakların çocukları, bu devletin vatandaşları… Pek çoğu Anadolu’nun Müslüman kimliğini her şeyin önünde gören insanlarının evladı… Üniversitelerinin kurucusu olan yabancıların, kâfirlerin, misyonerlerin kültüründen önce bu milletin ve toprakların kültürüne, geleneğine ait hissetmeleri gerekir kendilerini.
Üniversitedeki adı ve sanıyla Türk ama fikriyle, inancıyla, yaşamıyla yabancı olan öğretim üyelerinin yönlendirmesiyle bu millete ve değerlerine düşmanlık etmeyi bırakmaları gerekir. LGBT ile özdeşleşerek, terör örgütleriyle kol kola girerek, bu milletin inançlarına ve kutsallarına cephe alarak yaranmaya çalıştıkları Batı’ya yaranamayacakları gibi bu milletten de iyice kopacaklardır.
Bir zamanlar bir karga yaşarmış. Hâlinden hiç mi hiç memnun değilmiş. Bir gün ormanda kekliği görünce “Tamam buldum, keklik gibi seke seke yürümeye çalışacağım. Bu işi becerirsem, kim bilir bizimkiler bana nasıl saygı duyarlar.” diye düşler kurmaya başlamış. Artık bütün işini gücünü bırakıp her an kekliği izliyormuş. Ancak uzun zaman geçmesine rağmen keklik gibi nazlı nazlı sekerek yürümeyi başaramamış. Bu defa da eskiden olduğu gibi, bir karga gibi yürümek istemiş ama nafile... Bir karga gibi de yürüyemiyormuş. “Aman Allah’ım ben kendi yürüyüşümü unutmuşum. Başkası gibi olayım derken kendimi yitirdim. Şimdi ben ne yapacağım?” diye ağlamaya başlamış.
İnsan kendi fıtratını, yaratılış özelliklerini zorlamamalıdır. Eğer zorlarsa sonuç alamaz ve herkesin maskarası olur; kendi tabii, bildik davranışını da yitirir, gülünç duruma düşer. Taklit ettikleri gibi olamayan bu insanlar, benliklerini ve şahsiyetlerini de yitirir.
Boğaziçi kültürü diyerek Batı’nın kokuşmuşluklarını kendi milletine, değerlerine tercih edenler; ne çok yaranmaya çalıştıkları Batı’dan değer görüp Batılı olarak benimsenirler ne de dönmek isteseler bu milletten kabul görürler.
Birilerine yaranmak için başındaki örtüyle orada olsan, tüm değerlerine sırt çevirip ayaklar altına alsan ve saçma sapan davranışlar sergilesen de ancak orada aksesuar olarak bulunursun, mevcut iktidarı yıpratmak için seni sopa olarak kullanırlar; kendileri iktidar olsa -Allah korusun- ilk tekmeyi sana vururlar. Şu anda başörtüsü ile aralarında bulunmana ses çıkarmayanlar, o başörtülü hâlinle seni o okulun kapısından sokmazlar!..
Sahi, kullanışlı aptallık nasıl bir şeydi?