Sabah gazetelerde manşet
Kaburgalarımızı kıran bir ihanet
Dilimizi kesip
Dudaklarımızı kuruttu
Şapkadan çıkan bir medeniyet
Alfabemizi çaldı Bella
Elif’imizi çaldı
Sırf bu çocuklara anlatmayalım diye
“…Ama gerçek nedene, bize bu hatayı yaptıran nedene kimse bakmıyor. İnsanlar okuduklarından, duyduklarından, gördüklerinden çok yaşadıklarına inanır. 27 Mayısları yaşadık. Seçtiğimiz adamı asıp yıllarca bize bayram diye kutlattılar. 12 Eylülleri yaşadık. Hala 28 Şubat’ın travmasını üzerimizden attığımızı söyleyemeyiz. Dövüldük, sövüldük, vurulduk, daha kötüsü hep aşağılandık. Gırgır’daki burnu sivilceli, ağzı salyalı tek dişi kalmış korkunç Müslüman tiplemelerini hiç unutmadık. Kutsal isimlerimizi alay konusu yapan sinema filmlerini, Şaban’ı, Ramazan’ı hiç unutmadık. Namaz kılıp stok yapan ırz düşmanı bakkal amcayı hiç unutmadık. Ne zaman biraz nefes alsak, ne zaman bırakın iktidarı sadece görünür hale gelsek tepemize basan postalların izleri hala silinmedi. Basının manşetleri silinmedi. Televizyonlardan soframızdaki çorbamıza sıçrayan eski sinema sanatçılarının salyaları hala temizlenmedi. Hem birey olarak, hem sosyal olarak bunları yaşadık. İnsan onuru için yaşar. Onurumuzla oynandı. Bu işkenceden, hapislerde sürünmekten, öldürülmekten daha büyük bir travmadır.”
20 Ekim 2015 tarihli Diriliş Postası’nda “Dobra” başlıklı yazımda neden kandırıldık sorusuna cevap aramışım. Bu yazıdan dokuz ay sonra daha büyük bir travmaya uyandık ve 15 Temmuz’u yaşadık. Bütün saydığım nedenler artık geçerli değilken, yani uyanıkken ya da uyandığımızı sandığımız sırada 15 Temmuz’u yaşadık. Tanımladığımız bir düşmana karşı nasıl da bu kadar boş bulunduk? Bunu tartışmamız gerek. Daha içeride bir yerlere, kendi içimize yönelmemiz gerek. Kendi suçumuzla, sosyal suçumuzla yüzleşmemiz gerek.
Bu yazıya eğitimle ilgili bir başlık seçseydim, okuyucunun dikkatini çekmezdi. Bu yazıyı gündemin arasından kaçırmak istediğim için böyle bir başlık seçtim. Haberleri üçüncü sayfalara bile giremeyen, futbol gibi herkesin bir fikri olduğu ama futbol kadar ilgilenmediği bir yerden vurulduk. Bizi tanklar, uçaklar bombalamadı, bizi eğitim öldürdü desem bu başlangıçta size çok uçuk kaçık gelebilirdi.
Kamerayı her şeyin başladığı yere çevirelim. Çok söze gerek yok. Ayan beyan görülüyor değil mi? FETÖ örgütlenmesini eğitim üzerinden yapmış. Hala hazırda bu çocukları devşiren, beynini yıkayan, bunlara peşkeş çekenler, kullandıranlar öğretmen. Soruları çalıp devlet içinde yapılandırma işini üstlenenler öğretmen. Bizi öldüren uçakların, helikopterlerin, tankların komutanlarına emreden imamlar öğretmen. Örgütün kullandığı çocuklara bakın; küçük yaşta keşfedilmiş, zeki, çalışkan, başarılı çocuklar. Sadece sınav sorularını çaldılar kolaycılığından öte bu çocuklara dikkatli bakın lütfen. Boşluk, surdaki gedik tam da burada…
Sihirli kelime “başarı” olabilir mi? Çevrenize bir bakın; annelerin, babaların telaşını bir görün. Nasıl bir çocuk istiyorlar? Kelimelere değil eylemlerine bakın. Çocuklarına iyi bir gelecek istiyorlar. İyi gelecek için de iyi eğitim almalarını istediklerini söylüyorlar. Sonuçta beklentileri ise kapitalist düzenin dayatmasında şekilleniyor. Konuşulmayanı duymak isterseniz, iyi okullar, iyi eğitim talebi; statü, para, iyi bir hayat standardı demek. Burada şu cümleleri dikkatle okuyun lütfen: “Yeryüzünde yaşayan insanların yüzde 65’i işçidir. Yüzde 30’u ara elemandır. Yüzde 5’i ise beyaz yakalı dediğimiz kesimdir. Bütün çocuklar bütün soruları bilse de ancak yüzde 5’i beyaz yakalı olacaktır.” Yani birileri bizim ekmeğimizi yapacak, birileri elbisemizi dikecek, birileri evlerimizi yapacaktır. Ortada böyle bir gerçeklik varken bu çılgınlığı kışkırtan bir algı kirliliği almış başını gidiyor. Kumar gibi, at yarışı gibi nesillere azap çektiriliyor. Bütün soruları bil. Çok kazan ve her şeyi tüket. Ne kadar iyi tüketiciysen o kadar saygın bir insansın.
Türkiye sosyolojisine doğru bakarsak, değerlerine sahip çıkmaya çalışan, muhafazakar bir yapıyla karşılaşırsınız. Buradan yazıya başladığım ilk alıntıya değinmek istiyorum. Ortak değerleri çatışma alanına çeviren jakoben sistem aynı zamanda toplum dokusunda büyük boşluğa neden oldu.
Ve birileri çıkıp dedi ki:
“Bakın, devlet bu işi beceremiyor. Ahlak çöküntüsü yaşıyoruz. Değerlerine yabancı nesiller yetişiyor. Ben çocuklarınıza dinini diyanetini, vatan, bayrak sevgisini, töresini daha iyi öğretirim. Üstelik bu çocukları tam da sizin istediğiniz gibi general, doktor, hakim yaparım.”
Anne babaların kafasındaki soruya yüksek sesle cevap veren birileri kim miydi? Hiç de yabancı değil artık. Ve huzurlarınızda FETÖ…
Çözüm nasıl çocuklar yetiştirmemiz gerektiğinin tanımında yatıyor. Anasını babasını huzurevlerine kapatan başarılı çocuklar mı? 15 Temmuz’da acımasızca bombaları üzerimize yağdıran başarılı çocuklar mı? Bütün hayatını kazanma üzerine programlamış başarılı çocuklar mı? İyi standartlarda yaşayan, zengin olmak için her şeyi mubah gören başarılı çocuklar mı?
Gelin şu tanımı netleştirelim. Samimileştirelim.
Değerlerini ve aidiyetlerini bilen, merhametli, kendisiyle barışık, huzurlu, mutlu çocuklar yetiştirelim. Kimseye muhtaç olmadan, kendisine yeten, çevresine faydalı, üreten çocuklar yetiştirelim. Çocuklarımızı artık kimseye kaptırmayalım.