Bize kalan miras -3

Abone Ol

Çocuklarımız daha çok dört duvar arasında, çocukluğun ilk yıllarında anne çalışma hayatında olmasından dolayı bakıcı tarafından büyütülmekte. Hal böyle olunca çocuğun anne babasıyla geçirmesi gereken zamanda buharlaşıp gitmiş oluyor.

Çocuklarımız evde oynuyor. Genelde tek başına çünkü tüm elektrikli aletler evde mevcut. Bu yapay aletler tek tip ve tek düzen. Bir müddet sonra sıkıyor. Her zaman yenilmekte mümkün olmadığından sığlaşıyor, cazibesini kaybediyor. Hatta kendinsin yaptığı çok basit bir oyuncak, diğer tüm pahalı oyuncaklardan daha fazla değer görüyor.

Hayatı ev ile iş yaşamı arasına sıkışmış çağımız insanı doğa yoksunu olduğundan, doğayı tehlikeli, verimsiz, tuhaf, yasak ve uzak olarak görüyor.

Dışarıyı tehlikelerle dolu olarak yansıtıyor. Bu yüzden hafta sonlarını AVM’lerinde vitrinlere bakarak yine dört duvar arasında geçirmeyi tercih ediyor.

Kapalı mekânlarda oluşan kazalar evde yaşanan yaralanmalar, doğada olan kaza ve yaralanmalardan çok daha fazla.

Doğadan uzaklaşan çocuklar evlerde adeta yarı açık cezaevinde, şişmanlıyorlar, obez oluyor, hayal güçlerini kaybediyor. Bazen de ceza olarak sunuluyor; “bu hafta cezalısın dışarıya çıkamazsın. Ne zamandan beri dışarı çıkmak ceza olmaya başladı?

Dışarı çıkması sınırlı olan çocuklarımızda “sokak zekası” dediğimiz (eski tabirle alaylı olma) zeka gelişmiyor. Sokakta fiziksel zorluklara maruz kalması, iletişim becerisi kurması, kendini ifade etmesi, kabul görmesi sonucunda daha güçlü bir yetişkin olmasını sağlayacak etkenlerden mahrum kalmasına sebep oluyor.

Kısıtlı mekânlarda yaşam derinlemesine bilgi birikimini de engelliyor. Tatminsizlik ve odaklanamama sorunu sayesinde ilgi alanları oluşmuyor. Kızılderili atasözünde derki; “Birçok dağı aşmaktansa tek bir dağı tanımak daha iyidir.”

Çocuk ve doğanın ilişkisini eğer doğru temeller üzerinden inşa edemezsek, doğanın rahatlatıcı, psikolojik ve manevi yaralarından faydalanamaz, bu bağı kuvvetlendiremez ve koparırsak çocuklarımız daha kırılgan, daha mutsuz, kendine güvenden yoksun, anlamsız bir hayata mahkûm olacaklar.

Unutmayalım ki; doğal alanlarda özgürce oyun oynayan çocuklar, kapalı alanlarda, insan eliyle dizayn edilmiş yapay alanlarda oynayan çocuklara liderlik yaptıkları araştırmalarla ortaya konulmuştur.

Doğadaki çocuk birincil deneyim yoluyla bilgilere ulaşmakta ve kendi yaşantısı sonucunda elde ettiği bilgileri içselleştirmektedir. Böylece öğrenimleri birinci eldendir. Doğa cömerttir her canlıya aynı imkânları sunar. Her canlı doğadan alabileceği kadarını alır.

Doğada mekân geniştir, insana özgürlük hissi ve mutluluk verir. Bu mekân genişliği insanı hem fiziksel, hem ruhsal hem zihinsel olarak besler. Hiçbir yapay oyuncaklarda ve elektronik ortamlarda bunları bulamazsınız.

Doğanın sakinleştirici etkisine ihtiyacımız var. Doğa odaklanmamızı sağlar. Doğayla bağımız koparmak ve ondan uzak kalmak, beyin ölümüne denk gibidir. Doğa insana, “sonsuzluğu ve sonrasızlığı kolayca tasavvur edebilecekleri bir çevre sunar.”

Kafamızı kaldırıp çevremize, eğer kapalı değilse gece gökyüzüne şöyle bir bakalım. Neler kaçırdığımızı, nelerden mahrum kaldığımızı göreceğiz.