Bize bu hiç yakışır mı?

Bize bu hiç yakışır mı?
Abone Ol

İnsan sanırım eksikleri, hataları, kusurları görmeye meyyal. İyi olanı, var olanı, tamam olanı fark etmiyor belki de. Ya da fark etse de dillendirmiyor. Kusur arıyor gibi. Ve buluyor da elbette. O kusurlarla kendini yoruyor ama kusursuz olanla mutlu olmuyor.

Oysa “kusur gören kusurludur” diyorlardı bize. Ve hem diyelim ki kusur vardır. İlla görmek mi gerek? Bazen susmak, saklamak, anlamak yetmez mi ki insana?

Benim kanaatim o ki bugünün insanının en büyük derdi eksik olanın peşinden koşmak. Hatta düzelteyim; eksik olanın peşinden koşmak değil, eksik sandığının peşinden koşmak. Başkasından olana bakıp kendinde olana kör olmak. Belki de nankör olmak.

Anlatırlar ki çok eski vakitlerde birbirleriyle çok yakın iki dost vardı. Yakınlıkları o dereceydi ki birine bir hastalık gelse sızısını öteki çeker berikine bir musibet isabet etse tasası diğerini alırdı. Akrabadan öte; kardeşten yakındılar.

Günlerden bir gün bu dostlardan birine bir kavun hediye getirdiler. Tek başına yemeye gönlü razı olmadı. Zira dostu kavunu çok severdi, biliyordu. Onu da çağırdı. Kavundan bir parça kesti ona verdi. Sonra çok sevdiğini bildiğinden bir parça daha ve bir parça daha. Arkadaşı öyle iştahla yiyordu ki çok lezzetli diye düşünüp bir parça da kendi aldı. Kavunu ısırmasıyla ağzından tükürüp de çıkarması bir oldu. Zira ne tadı ne tuzu vardı. Hatta bozulmuş, çürümüştü.

Sonra arkadaşına döndü birden; “Ey benim can arkadaşım bu kavun hiç yenecek gibi değil. Sen bunu nasıl yedin de bir tek ses etmedin?”

“Ben” dedi arkadaşı “şimdiye kadar seninle o kadar lezzetli o kadar tatlı nimetler yemişken şimdi bir acı kavun için ses etsem bu hiç dostluk adabına yaraşır mı?”

Şimdi ben de kendimi sigaya çekerek biraz da ve hesap ederek pek çok şeyi kendime dersler çıkarıyorum bu kısacık hikâyeden. Onlarca, yüzlerce ve binlerce şey güzelken, iyiyken ve hatta nasip olmuşken bana bir tane ve ufacık noksanın peşine takılmak da neden ki diyorum. Allah bu kadar fazla güzelliği vermişken ayağıma takılan küçücük bir taşa gönlümü neden takıyor, aklımda neden tutuyorum ki?

Hem bunca nimet vermişken bana küçücük bir eksiğin peşinden koşmak hiç kulluk adabına yakışır mı?