Geçen hafta Almanya’da yaşayan bir gurbetçi vatandaşımızın, sosyal medyada paylaştığı bir videoyu izledim. Videodaki vatandaşımız, hususi aracı ile şehirlerarası bir yolculuğa çıkıyor. Giderken yol kenarlarında (bizde olduğu gibi) ziraat ve çiftçilikle uğraşan Alman vatandaşlarının, kendi tarlalarında yetiştirdikleri ürünleri satmak için hazırladıkları, üstleri tenteli muntazam tezgâhlar dikkatini çekiyor. Aracın içerisinden bir süre sergilere hayranlıkla bakarak ilerledikten sonra, benim diyen manavın bile kolay kolay hazırlayamayacağı gayet intizamlı, pırıl pırıl bir bal kabağı sergisinin önünde duruyor. Araba tekeri büyüklüğündeki bal kabakları o kadar güzel tezgâhlara yerleştirilmiş ki, insan aradan bir tane çekip almaya, oradaki nizamı bozmaya kıyamıyor. Şimdi siz ne var yani bunda bu kadar abartacak, altı üstü düzenli bir pazarcı tezgâhıişte diyebilirsiniz…
Öyle değil işte, az sabır. Asıl mevzuu şimdi başlıyor… Bal kabaklarının bulunduğu tezgahın etrafında ne bir satıcı var, nede nefes alıp veren bir canlı.! Ortalıkta kimsecikler yok, in cin top oynuyor desem sanırım abartmış olmam. Sadece, bütün bal kabaklarının üzerinde yapışık halde duran küçük küçük etiketler var. Etiketlerin üzerinde bal kabağının kilogramı ve fiyatı yazıyor. Hemen iki metre ötede de kumbara şeklinde masaya sabitlenmiş metal bir kasa duruyor. İsteyen istediği bal kabağını alıp ücretini de o kumbara şeklindeki kasaya atıp yoluna gidiyor. Ortalıkta ne kamera var, ne de sizi gözetleyen bir drone… Uzun lafın kısası herkes vicdanı ile baş başa…
Empati yapalım mı? Ya da bizdeki durumla bir kıyas? Ne dersiniz? Peki, peki tamam anlaşıldı yapmayalım. Sanırım herkes anlayacağını anladı…
Lakin kıymetli dostlar, hani bazen şöyle düşünüyorum da; Allah bunlara(Almanlara) hidayet verse (İnşallah verir) bunlar bizi Müslüman diye inanın kapıya bile koymazlar… Allah aşkına şöyle bir etrafınıza bakar mısınız? Çevrenizde öbür tarafı, kıyamet gününü, Mahkeme-i Kübra’yı düşünen hiç kimse kaldı mı? Yoksa ben mi göremiyorum? Bugün itibarı ile Müslüman elbisesi giyinmiş birçok kişi, vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmış vaziyettedir. Sıcak örnek mi? Dövizdeki artışı bahane edipte kazancını katmerleyenler, zam yapamayınca ürünlerin gramajından çalanlar…
Deyin hele Allah aşkına, ne oldu bize, biz ne ara bu hale geldik? Küffar bizi örnek alırken artık biz onları örnek alır hale geldik… Acaba bizi yaratanı, helali haramı, kul hakkını ve dahi hesap gününü sadece mübarek günlerde birkaç saatliğine hatırladığımızdan bu hale gelmiş olabilir miyiz ne dersiniz? Selamın bile bir hakkının olduğu şu üç günlük dünyayı nede çok seviyoruz değil mi? Bütün kâinatı değil, bütün kâinatları yaratan Allah’ı ve hesap gününü hiç mi hiç düşünmüyoruz. Evet, alayımıza sanki bir şeyler olmuş gibi… Acaba Allah’ın yerde ve göklerde yarattıklarının sadece bu kadar olduğunu ve sırf bu dünya için yarattığını mı düşünüyoruz ne dersiniz? O vakit bilesiniz ki çok fena yanılıyoruz. Oysa Allahın yarattığı ve aklımızın yetmediği yetemeyeceği, hafsalamızın almadığı alamayacağı o kadar çok şey gözümüzün önünde apaçık duruyor iken…
Kıymetli dostlar, kıyamet günü istesek de, istemesek de muhteşem bir şekilde hesaba çekileceğiz. Doğumumuzla başlayan ve ölümünüze kadar devam eden hayatımızı, hayatımızın her saniyesini, kusursuz bir şekilde Rabbimizin huzurunda birlikte seyredeceğiz. Lakin zinhar unutmayalım ki, Duaların kabulü ve sema kapılarının açılması ile helâl lokma arasında çok ciddi bir irtibat vardır. Haramla beslenen vücuttan, haram geçen boğazdan çıkan dualar bilesiniz ki asla makbul olmaz…
Hani yukarıda sormuştum ya biz ne ara bu hale geldik diye, çünkü biz böyle değildik, hele hele böyle ecdadın torunları hiç değildik.! Niye mi, buyurun okumaya devam o zaman;
Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan askerler susuzluktan kıvranıyordu. Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden ileride bir yerde mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu:
– Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?
– Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.
– Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?
– Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.
Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükâfat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni,
Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.
Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:
– Ben bu askerin mükâfatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?
– Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için onu ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı…
Allah’a emanet…