“Komşuların bizi gördüğünü fark ettim ve çekip gidecektim, ama hepsi korku içinde pencerelerini kapattılar ve uyumaya gittiler, ben de rahatça işimi gördüm”
Bu sözler Winston Moseley isimli bir seri katile ait.
Birkaç yıl önce okulda bir hocamın “deneysel psikoloji” dersinde, “seyirci etkisi” konusuna emsal olarak anlattığı Amerika’da Kitty Genovese’un başından geçen olay, hafızama deyimi yerindeyse “mıh” gibi kazınmıştı.
Olay şu: 1964 yılında Catherine Kitty isimli bir kadın, sabaha karşı sokak ortasında Winston Moseley isimli seri katil tarafından tam 17 kez bıçaklanarak öldürülüyor. Hadise yaklaşık 1 saate yakın sürüyor. Bunu gören 38 kişi, Kitty’nin yardım istemesine ve kulakları sağır eden çığlıklarına rağmen olaya ne müdahil oluyor ne de polise haber veriyor.
New York Times, bu esaslı trajediyi “biz nasıl insanlarız?” manşetiyle duyurmuştu.
Peki dakikalar boyunca süren bu cinayet sırasında polis neden aranmamıştı?
Nasıl olmuştu da göz göre göre böylesine bir trajediye seyirci kalınabilmişti?
Bu olayın kamuoyunda geniş yankı bulmasının ardından, Amerika’daki psikologlar kolları sıvayarak, konuyla ilgili bir dizi deney gerçekleştiriyorlar. Araştırmalardan elde edilen bulgular şöyle: Acil bir durumda olaya tanıklık eden kişi sayısı ne kadar fazlaysa müdahale eden kişi sayısı o kadar azalıyor. Sebebi, her bir tanık orada bulunan diğerler kişilerin müdahale edeceğini düşünerek duruma kayıtsız kalıyor. Buna “seyirci etkisi” deniyor.
Birkaç gün önce bir haber sitesinde “seyirci etkisi”ni bir adım öteye taşıyan bir video izledim. Olay Kuveyt’te geçiyor. Bir hizmetçi çalıştığı evde bilinmeyen bir sebepten ötürü intihara teşebbüs ediyor, ancak son anda vazgeçiyor. Bunu gören ev sahibi, kadını kurtarmak yerine bakın ne yapıyor? Sanki filminin en kritik sahnesini çekmeye çalışan iştahlı yönetmen gibi bu anı bir “seri katil” soğukkanlılığıyla cep telefonuna saniye saniye kaydediyor. Kadın pencereye tutunmuş can havliyle “kendisini görüntüleyen” sözüm ona “velinimetine” “yardım et, tut beni..!” diye yalvarırken ev sahibi sanki son derece olağan bir şeyi gibi, milim istifini bozmadan kaydetmeye devam ediyor. Üstelik kadıncağızın düşüşünü görüntülemeyi de ihmal etmiyor. Sonra ne mi oluyor? Kadın kurtarılıyor, ev sahibi ise gözaltına alınıyor.
Yaşamak bir yana, izlerken bile psikolojinizi lime lime eden bu esef verici hadise, günümüzdeki “görüntüleme fetişizmi”nin geldiği noktayı anlatması bakımından önemli. Ancak önemli olan bir diğer husus, bu olayın Kitty hadisesinde olduğu gibi yalnızca “seyirci” kalma meselesiyle sınırlı kalmaması. Kişinin “seyirci” pozisyonundan çıkarak, olayın doğrudan failli yapması bakımından bir adım öteye taşıyor.
Ev sahibinin yardım etmek yerine, evinde çalıştırdığı kadının 7. kattan düştüğü anları cep telefonu ile kaydetmesi bir tarafa.
Asıl dikkat çekici olan sosyal medya üzerinden yayınlanan bu görüntüye gösterilen tepkiler. İzleyenlerin dinsel, mezhepçi, ırkçı söylemlerinin dışında, görüntünün gerçek olmasının mümkün olmadığı dolayısıyla kurgusal olabileceği tartışılıyordu. Olayı yorumlayanların bir bölümü, görüntülerin kurmaca olduğuna inanıyordu. Sanal ile gerçekliğin ayırdına varamayışımız bir tarafa, şaşırtıcı olan görüntünün çekilmesini yadırgamak yerine, kadının fiziksel açıdan kurtarılmasının mümkün olup olmayacağı üzerine durulmasıydı. Kimileri “mümkün değil, kadının onu kurtarmaya gücü yetmez” diyordu. Yani seyretmek de görüntülemek de normaldi!
Buna benzer örnekler ülkemizde de yok değil…
Misal, bazı polislerimizin intihar eylemi sırasında veya bir katil zanlısı ile hemşirelerin hasta ve yoğun bakım servislerinde, morgda çektikleri selfieler…
Giderek otomatlaştığımızın resmi değil mi?
Görünen o ki bu çağda ütopyalara yer yok zira distopyaya geçişimiz bir hayli hızlı…
New York Times’ın yıllar önceki manşetiyle zikredecek olursak, sahi “biz nasıl insanlarız?”