Biz Müslümanların en büyük sorunu, (Allah-u âlem) kâinat, içinde yaşadığımız dünya ve hayatımızda, geçmişte ve bu gün olup bitenlerin hakikatle olan bağını kurup/kuramamaktan kaynaklanmaktadır.
Benim bu cümlemin tahtında müstetir olan temel kabülüm; Allah’ın abes hiç bir şeyi yaratmayacağı temel inancımdır.
Modern zaman Müslümanlarının kahir ekseriyeti, İsrailoğulları gibi dinlerini sırf kendilerine mahsus bir ‘ALLAH’ tasavvuru/tahayyülü/düşüncesi üzerinden tevarus ettirdikleri yanlış itikatların sahibidirler…
Bu yanlış itikadın temellendirdiği, mezheblerin, meşreplerin, tarikatların ve kavimlerin, tevhid değil de tekfir üzerinden çatışmacı olarak tezahür etmesi kaçınılmazdır.
Böyle bir ‘ALLAH’ anlayışının, psikolojik ve travmatik sonuçları, sahipleri üzerinden doğurması kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Modern zaman Müslüman toplulukları ve bireyleri, mensup oldukları cemaatler, mezhepler, tarikatler ve kavimler böyle bir düşüncenin travmasını yaşamaktalar.
Çünkü çoğu zaman böyle bir ‘Allah’ anlayışından bekledikleri beklentiler(dualar) sonuç olarak tecelli ve tezahur etmemektedir. Etmeside eşyanın tabiatına (sünnetullaha) aykırıdır.
Oysa ALLAH, doğunun da, batının da, kuzeyin de, güneyin de, beyazın da, siyahın da, Yahudinin de, Hıristiyanın da, putperestin de, ateistin de, deistin de Müslümanın da Allah’ıdır. Bütün bir varlığın, kozmozun ve içindekilerin de Allah’ıdır. İnsanın da, insanın aklının da, fiillerinin de Allah’ıdır.
Yaratılmış olan her ne var ise her şeyi kuşatmıştır.
Her şeyi yaratırken de, sebeplerle(sünnetullah ile) bir biriyle ilişkilendirmiştir.(rabıtalandırmış/irtibatlandırmıştır.)
Her şey bir ”Muradı İlahi” (ilahi bir irade) içinde olup biter.
Afak (dış) ve enfusumuz (iç) de, olan ve olup bitenlerin tamamı Allah’ın ayetleridir.
Dışımızdaki dünyanın,iç dünyamızın bir tezahürü olduğu, her olup bitenin içten dışa doğru olup bittiği temel bir gerçekliktir.
Yanlış itikatlardan, varoluş ve varlıkların hakikatiyle olan bağını kurduracak şekilde, bir ontolojik metot sahibi olmak mümkün değildir.
‘Din’ insanın, enfusunda (iç dünyasında) meydana getirdiği düşünceyle/tefekkürle afakında (dış dünyasında hayat bulur.
‘İstikamet’ denilen şey, ‘sırat-ı Mustakim’ /isthkam edilmiş yol denilen şey Din’in insan üzerinden hayat bulmasının metodudur/Tarikidir.
(Metodun karşılığı olarak yaygın bir şekilde kullanılan ‘Usul’ ‘esaslar’ anlamınadır ve metod’un karşılığı değildir.
Aslı grekçe olan ‘Metot’, beraber olmak anlamına gelen ‘Meta’ ile yol anlamına gelen ‘odos’ bileşeninden müteşekkil bir kavramdır. Bizdeki karşılığı ise tarik/tarikatdır.
Istılahta, hem belirlenmiş bir hedefe doğru yürüme faaliyetini ve hemde bunun yolunu belirten bir anlam kazanmıştır.)
Özetle, biz modern zaman müslümanların, hali pürmelali, istikamet yoksunu, yanlış itikatların psiko travmatik sonuçları olmaktan öte bir şey değildir.
Hastayız, ‘hastalığımıza Allah şifa versin’ demek, Allah’ın ‘Şafi’ ismi üzerinden varlık buldurduğu ve bizim hastalıklarımızla ‘deva’ olarak irtibatlandırdığı/murabıt kıldığı şeylerle rabıta kurmak demektir.
Bu rabıtayı kurmayan müstağnilerin uğrayacağı şey bir hastalıktan başka bir şey değildir.
Allah’a muhtaç olmak demek, Allah’ın muhtaç kıldığı şeylere de muhtaç olmak demektir vesselam…