Bir türlü bitemedi…
Bundan yaklaşık 15 yıl kadar önce kademeli olarak büyüyen“Realityşov” furyasının sütunlarından biri olarak beyaz cama dâhil oldu.
Başladığından günümüze dek ününe ün, reytingine reyting kattı. Hem sunucuların, hem kanalların, hem de gelin ve damat adaylarının ceplerini doldurdu.
Pembe dizinin stüdyo versiyonuydu. Aşk, entrika, ihtiras, gözyaşı, rekabet, hırs, para, kimin eli kimin cebinde muammalığı ne ararsanız işte bu programlardaydı. Tıpkı bir pembe dizi gibi sonraki bölümü merakla bekleniyordu.
Başladığı ilk dönemler izleyicide soğuk duş etkisi yapan “evcilik” programları sonrasında yerini kimilerinde alışkanlığa, kimilerinde doğal afet kıvamındaki şiddetli tepkilere bıraktı. Ancak bu onları bitirmek beri dursun daha da palazlanmalarına neden oldu. Farklı isimlerle, farklı formatlarla evlendirmek(!) temalı programlar,kanalların gündüz kuşaklarında arzı endam etti.
Şikâyetler, tepkiler her geçen gün kartopu gibi büyüyordu ama bir türlü zirveden inmiyordu. Nice psikolog ve sosyologların açıklama yapmaktan iflahı kesildi. “Kurgu” dediler, cast ajanslarından gelen maaşlı oyuncular”dediler, olmadı. RTÜK tarafından defalarca yüklü miktarda para cezasına çarptırıldılar yine olmadı. Orasından burasından çekiştirildikçe bez üzerine dökülen zeytinyağı gibi yayıldılar sadece.
Durdurulamıyordu, ne yapılsa büyük bir iştahla izleniyor, izleniyordu…
Erzurum’da yapılan bir araştırmada, halkın evliliğin medyada malzeme yapılmasından rahatsız olduğu sonucuna varılmış. İzleyenlerin büyük çoğunluğu vakit geçirmek için izliyor, yani gerçekliğine inanmıyor.
Yoğun şikâyet ve yoğun izlenilirlik sarmalına sıkışan “evcilik” programlarının halk nezdinde “bitemeyişinin”kısa öyküsü:
İzlemelikti çünkü merak uyandırıyordu. “başkalarının hayatlarına” duyduğumuz merak bu tür yapımların temel harcıdır. Bknz:Magazin programları.
İzlemelikti çünkü herkesimden insan katılabiliyordu. Yaş, eğitim, ekonomik ve kültürel skala genişti.
İzlemelikti çünkü “her an her şey olabilir” dedirten sürprizlere açık bir seyirde ilerliyordu. Gerilim, aşk, dram, aksiyon; mahşerin bu dört atlısı bir bölümde izleyicinin algısına yönelik sürekli yer değiştirmekteydi.
İzlemelikti çünkü kurgusal dahi olsa bazılarımız için gözyaşı, (ayrılık, kavuşma) merhametduygusunu körükleyerek yerini tarifi mümkün olmayan bir rahatlamaya bırakıyordu.
İzlemelikti çünkü her türlü çılgınca, absürd hareket bu programda kabul görüyor ve alkışlanıyordu. Ne kadar marjinal ve garip olursa olsun normal karşılanıyordu. Birden bire ayağa kalkıp dans etmek, şarkı söylemek, kavga etmek, ayılıp bayılmak serbestti…
İzlemelikti çünkü gerçek hayatta şahit olmanızın pek de mümkün olmayacağı dobralık ve patavazsızlıkmevcuttu. Günlük hayatta kibarca dillendirilen konular burada kabaca işleniyordu. Reddedilmek, beğenilmemek, istenmemekgayet olağan şeylerdi ve bunlar gayet olağan bir biçimde dillendirilebiliyordu.
Sadece mahremiyeti değil, aynı zamanda maddiyatı da en ince ayrıntısına kadar konuşabilmek gayet tabi bir olaydı.
İzlemelikti çünkü “sadece bende yok, yalnız değilim” duygusu uyandırıyordu. Başkasında da var düşüncesi empati kurduruyor ve izleyiciyi afyonluyordu.
İşin garip yanı bütün bu kurgusal, gerçekdışı, düzmece hikâyenin kahramanları bir de üstüne evleniyorlardı.
Diğerlerini saymazsak sadece Esra Erol, evlilik programıyla 10 yılda 325 çifti evlendirdi. Bunlar arasında çocuk sahibi olan çiftler de var.
Bir evlilikte neler olmaması gerekiyorsa bir programlarda tiyatre ediliyor. Herkes rolünün hakkını veriyor. İntihara teşebbüs edenler, bunalıma girenler, ben ne oldum delisi olanlar, özgüven patlaması yaşayanlar…Bütün bunların hepsi reyting canavarını doyurmak için yapılıyor. Peki yaş, eğitim, kültüryelpazesi bu kadar geniş olan ekranda “kısmetini” arayan bu katılımcıların böylesi “deli saçması” bir oyuna ikna eden motivasyon ne?
İzdivaç programlarında psikoterapist olarak görev alan ancak sonra ayrılan Lütfü Kaan Özdemir’in ifadesiyle “Çoğunluk itibariyle cahil kişiler açıkçası; yapımcı ve yönetici dolaylı olarak aslında şunu vaat ediyor: Seni meşhur edeceğim”
Beyaz camın büyüsüne kapılarak şöhret kapısı olarak gören, bedeli ne kadar ağır olursa olsun soluğu bu programlarda alıyor.
Evliliğin omurgasını parçalara ayıran “evcilik” programlarının kaldırılmasına karşı çıkanlar,nasıl revize edileceğini belirterek itirazlarını dile getirmeliler. Aksi halde çözüm sunmayan eleştiri, “biçim değiştirilmiş övgüden” farksızdır.
Öte yandan izleyicinin de medyayı yönlendirme sorumluluğu her daim baki. Haz ve psikolojik ihtiyaçlara göre dizayn edilmiş bu tür televizyon programlarının tıpkı diğerleri gibi bir “zaplık” canı var aslında. Kumanda, tercih butonlarından oluşur ve son sözü her daim izleyiciye bırakır.
Böyle bir imkân olmasına karşın Özdemir’in, dikizleme, gözetleme şehvetine yönelik sözleri düşündürücü: “Roma döneminde kavga eden gladyatörleri neden seyrediyorlar ise, ondan seyrediyoruz! Aslanların önüne atılan gladyatörler onlar. Hiçbir farkı yok!”
Aslanların önüne atılan gladyatörü veya boğanın karşısındaki matadoru izleme hevesimiz bitmedikçe bu hamur daha çok su götürür.