Petrol rezervi bakımından dünyanınen zengin altıncı ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki siyasi varlığını sonlandırmasıyla, Bahreyn ve Katar’dan sonra Aralık 1971’de bağımsız oldu. Emirlik, körfezin güney yakasındaki yedi emirlikten oluşan bir federasyondur. Abu Dabi, hem yüzölçümü hem de petrol üretimi bakımından ülkenin en büyük emirliğidir. Bu yüzden bu emirliğin eşitler arasında birinci olma gibi bir ayrıcalığı vardır. Dolayısıyla Abu Dabi Emiri devlet başkanlığı, dış politika, güvenlik ve savunma gibi önemli konularda, yazılı olmasa da, birincil bir yetkiye sahiptir.
Siyasi partilerin bulunmadığı ülkede, emirlerin temsil edildiği Yüksek Konsey, en üst düzey yetki ve karar organıdır. 10 milyona yakın insanın yaşadığı ülkede nüfusun azami yüzde 15’i BAE vatandaşıdır. Gerisi ise yabancılardan oluşmaktadır. Ülkede sadeceHindistan, Bangladeşve Pakistan uyrukluların sayısı,nüfusunneredeyse yarısına denk gelmektedir.
BAE, İngiltere’den bağımsızlığını aldığı günden itibaren ekonomik kalkınmayı önceleyen, bölgesel barışı ve istikrarı gözeten, bölge ülkelerinin içişlerine karışmama ilkesi doğrultusunda hareket eden yapıcı bir dış politika takip etti. Kısaca ekonominin çeşitlendirilmesi yoluyla ülkenin petrol ve doğalgaza bağımlılığının azaltılması başlıca amaçtı. Öyle ki bu çabaların sonucunda BAE’nin ikinci büyük emirliği Dubai, dünyanın en çok ziyaretçi ağırlayan ilk 10 turizm şehri arasına girmeyi başardı.
BAE’nin ilk Devlet Başkanı Şeyh Zayed döneminde (1971-2004), başarılı bir şekilde yürütülen bu politika, Büyük oğlu Halife bin Zayed’in devlet başkanı, diğer oğlu Muhammed bin Zayed’in (MBZ) de ülkenin veliaht prensi olarak ilan edilmesiyle değişime uğramaya başladı.İngiliz Kraliyet Askeri Akademisi mezunu ve Genel Kurmay Başkanlığı başta olmak üzere ülkenin çeşitli askeri kademelerinde görev alan MBZ, veliaht olmasıyla birlikte savunma, dış politika ve güvenlik meselelerinde devletin gerçek yöneticisi gibi davranmaktan geri durmadı. Özellikle Devlet Başkanı Halife bin Zayed’in 2014’ten beri yaşadığı ciddi sağlık sorunlarından dolayı MBZ, otoritesini daha da artırma fırsatı yakaladı.
BAE’nin dış politika ve güvenlik stratejileri daha çok Batı merkezlidir.İstihdam ettikleri Batılı danışmanların adı geçen konularda etkisi büyüktür. Bunlar arasında Amerikalı terörle mücadele uzmanı Richard Clarke ile Avustralyalı General Mike Hindmarsh’ın güvenlikçi ve müdahaleci bir dış politikanın benimsenmesinde etkili olduğu söylenmektedir. Bilhassa 11 Eylül Olayları ile Arap Baharı süreci, ülkenin dış politikadaki makas değişiminde önemli bir rol oynadı.
BAE’nin Ortadoğu’dademokrasi ve reform taleplerininbaşarıya ulaşmaması amacıylabu hareketlerin karşısında yer alan güçlerle her türlü işbirliğine yeşil ışık yaktığı; bu bağlamda Mısır’da Sisi, Libya’da Hafter darbesini desteklediği bilinmektedir. Tüm bu hadiseler, bir taraftan BAE’nin Türkiye ile karşı karşıya gelmesine yol açarken, diğer taraftan da İsrail yanlısı bir çizgiye yaklaşmasını sağladı. Bu yol ayrımından sonra BAE, Batı ve Arap kamuoyunda Türkiye aleyhine propaganda faaliyetleri yürütülmesine, Türkiye karşıtı söylem ve ittifakların güç kazanmasına aktif destek sağladı.
Bunların yanında Batılı danışmanların etkisi, ülke ve bölgedeki iç politik hesaplar ve MBZ’nin kendini ispatlama çabası, ülkenin askeri olanaklarının güçlendirilmesine, operasyonel kabiliyetinin artırılmasına, Libya, Somali ve Eritre’de askeri üsler kurulmasınayol açan bir dizi askeri ve siyasi olayı tetikledi. Belki de daha önemlisi MBZ’nin, güçlendirdiği ve modernize ettiği hava taarruz gücünü bölgedeki rakiplerine gözdağı vermek maksadıyla Yemen ve Libya gibi bölgesel krizlerde kullanmasıydı.
Sonuç itibariyle BAE’nin bundan sonraki süreçte ekonomik gücünün yanı sıra askeri ve siyasi gücünü bölgede duyurmaya hatta hissettirmeye devam edeceği çok açıktır. Ancak bu gücün bağımsız bir güç olmadığını, ittifaklara dayalı bir güç olduğunun altını çizmek gerekiyor.