Bir tepsi baklava ve kulüplerimiz

Abone Ol

Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın dışındaki futbol takımlarının yanına Başakşehir ve kısmen de Gençlerbirliği’ni koyduğumuzda bu takımların dışında Süper Lig, 1. Lig, 2 Lig ve 3. Lig’deki takımların neredeyse tamamı şehir takımı.

Üç büyükleri dışarıda tutarsak şehir takımı olmanın çok ciddi avantajları var. Bir defa şehrin en önemli marka değeridir şehir takımları. Diğeri iç turizmi hareketlendiriyor. Üçüncüsü yaygın basında, televizyonlarda üç büyük takım maçlarıyla sınırlı da olsa gündeme geliyorsunuz. Kulüp yöneticileri, teknik adamlar, futbolcular ise bol bol spor programlarına çıkıyor; siyasetçi ve yerel yöneticilerden bile fazla kendi reklamlarını yapıyorlar.

Başarı geldi mi herkes kulübün etrafında kenetleniyor, şehir boydan boya bayraklarla süsleniyor. Yöneticiler, futbolcular kahraman edasıyla şehirde dolaşıyor, el üstünde tutuluyor. Araç konvoyları, havai fişekler, dış maçlar için araç tahsisleri, iç maçlarda statta yer bulmak mümkün değil. Reklam verenler, destek sağlayanlar adeta yarışta.

Baklavayı kapan antrenmanda.

Velhasıl şehir tümden ayakta…

Ama hem şehir takımısınız hem de birkaç mağlubiyet aldınız mı, alt sıralarda mücadele etmeye başladınız mı, kümeye düşme tehlikesi oldu mu, durma kaç!

Statlar anında boşalıyor, taraftar küfrediyor. ‘Yönetim istifa…’ ‘Teknik direktör istifa…’ Futbolcu ruhsuz, taraftar kahraman oluyor. Takıma destek kesiliyor. Yönetim yalnız kalıyor. Teknik adam istifa ediyor. Futbolcu param da param diyerek oynadığı kulübü TFF’ye şikayet ediyor, kulübe transfer yasağı getirttiriyor.

Sonrası da var! Kulüp yönetimi anında şehrin valisine gidiyor. Kulübün anahtarlarını valiye teslim ediyor, daha doğrusu teslim etmekle tehdit ediyor. Basını, taraftarı da yanına alarak ilin belediye başkanına mesaj yolluyor. Daha da yetmedi, şehrin zenginleri, etkinleri bize yardım etmiyor diye bir de taraftarı provoke ediyor. Kendi başarısızlığını örtmek için, biz de kulübü çok kötü şartlarda aldık, diyor. Yani enkaz edebiyatı sadece siyasette olmuyor.

Sonuç olarak koca bir şehrin takımı tepetaklak oluyor. Yönetim olağanüstü kongre kararı alıyor. Kulüp kayyuma kalacak dedikoduları çıkarılınca da şehrin valisi, belediye başkanı da mecburen işe al atıyor ve birisine sen çık, ben sana destek olacağım deyip yarayı, sıkıntıyı biraz daha öteliyor.

Bugün futbol takımı olan illerin yaşadığı sorun budur. Ve maalesef illerin valileri, belediye başkanları şehrin çok daha önemli sorunları dururken şehrin futbol takımının yükünü, sıkıntısını çekmektedir. Şehir yaşayanları; kulüp yöneticilerinin yanlış transferlerinin, yanlış tercihlerinin ve özellikle de başka amaçlarla kulübü alıp takımı altından çıkılmayacak borç ve dertlerle baş başa bırakıp kaçıp giden yönetici ve kulüp başkanlarının cezasını çekmektedir.

Yıllardır bu sıkıntı böyle gelmiş ve böyle gitmektedir.

Her gelen hükümetin spor bakanları bu meseleleri giderme vaadinde bulunmakta ama işin içine girdiklerinde aynı sarmalda kendileri de dönüp durmaktadırlar.

Ne söylersek söyleyelim, ne kadar eleştirirsek eleştirelim futbol yine de vazgeçilmezimiz olacaksa müesseseleşme öncelik olmalıdır.

Kurumsallaşmayı sağlayamayan şehir takımlarının şehri temsil etmesine imkan verilmemeli bunun yerine yine futbol başta olmak üzere bütün spor dallarına şehrin imkanları eşit dağıtılmalıdır.

Şehrin istikbali de bir kulübe bağlı olmamalı, amatör ruhla oluşturulan amatör kulüpler daha fazla desteklenerek herkese ve her yaşa hitap eder hale getirilmelidir.

İnanın bu şekilde daha çok gencimiz, insanımız daha az maliyetlere spor yapacak ve en önemlisi de kötü alışkanlıklardan kurtulacak, birkaç takım peşinde iddia, bahis, kumarla ömrünü, gençliğini çürütmeyecektir.