Büyükşehirler, köy evlerinin yıkıntıları ile yapılıyor gibi gelir bana…
Mega kentlerde yükselen rezidanslar, plazalar, gökdelenler, aslında küçük kentlerin mezar taşlarıdır.
Türkiye, bir göç ülkesi… Batıdakiler, doğuda bıraktıkları coğrafyaya dudak büktü yıllarca.
İroni şurada ki; batıyı aslında yıllardır aldığı ‘iç göç’ sayesinde doğudakiler oluşturuyor.
Küçük kasabalardaki imkânsızlıklardan şikâyet ederek yıl yıl batıya yığılırken, şimdi köy ve kasabaların kıymetini anladı batı insanı…
Salgın sayesinde doğal yaşam “gusto” oldu. Bu defa batıdakiler, doğudaki temiz topraklara imreniyor.
Herkes, görünmez virüs yüzünden burun buruna hayatın telaşı içinde atalar diyarına geri dönmek istiyor. Korona, sıkıştırılmış insan kalabalıklarının mekânı alışveriş merkezlerini, kafeleri, restoranları, ofisleri, açılmayan devasa camların arkasındaki ‘boğucu’ hayatı daha bir seviyor galiba.
Köylerdeki insanlar ise bağlarında, bahçelerinde, bostanlarında, tarlalarında, patika yollarında ve ıssız mahallelerinde gübre ve ter kokusu arasında hâlâ harıl harıl çalışıyor. Şehirlerdeki “modern sistem” çöktü.
Temizlenmek için artık denizlerin suları yetmiyor şehir insanına; kırlarda ise özgür bir hayat var.
Kasabaları kentleştirme değil, şehirleri basitleştirme zamanı…
Sorumluluk yüklü sıkıcı hayatlar, yekpare binalarındakiler ‘özgürlük’ diyerek kendilerini aldattı. Korona eşitliği sağladı. Salgınla tersine göç başladı. Entrikalar, hırslar, hınçlar ile dolu plazalar ‘pandemi sonrası’ daha soğuk, renksiz ve neşesiz… Dosyaları, toplantıları, projeleri ile büyük hedef peşindekilerin kayıpları da aldanışları kadar büyük oldu.
Artık virüs bulaşmamış bakir ve ‘küçük hayat’ herkesin hayali… Ne vakit köy türküsü duyulsa kısıtlanmış günlerde, şehirlerinden utanıyor insan. Tünelli dağların ardındaki kasabalarında, korona kaygılarından habersiz rahat rahat oturanları düşününce, okumak dedikleri şey ‘dertsiz başlara dert’ miydi?
Yoksa “Bilmek, yanmakmış büsbütün” diyen Cahit Sıtkı haklı mıydı?
Patronların kâr hesapları, müdürlerin afraları, çalışanların yüzlerindeki mutsuzluk, salgın ile dengelendi. Ofislere sıkışmış para biriktirme telaşındaki insanlar, evlerinde daha bir kıstırıldıktan sonra taşradaki masumiyet dünyasını özlüyor.
Korona yeni bir döngü sağladı. Plazaların haşmetli görüntüsü ve bütün lüksler anlamını yitirdi. Rezidanslardaki ofislerin içinde soğukluğa korona bulaşınca hüzün sokaklara sokağa taştı.
Kimse artık ‘birikim’ peşinde koşmuyor, önce hayatta kalmak istiyor.
Tam da bu yüzden baba evine, ana kucağına, ata ocağına geri dönme hayaliyle yanıyor insanlar, ‘yaşamak’ kaygısıyla…
Şehirler, yoğun bakım ünitelerinde entübe; ama köy ayakta!
Şehirlerinizi karantiya bırakın, köylerinizde şifa var.