Bir şeyin bilinmemesi yok olduğu anlamına gelmez

Abone Ol

Bir şeyleri hep atlıyoruz, hep ıskalıyoruz ve hep unutuyoruz gibi geliyor bana. İnsanı beden sanıyor, vatanı toprak sanıyor, inancı şekil sanıyor ve çoğu zaman da aldanıyoruz. Oysa hiç öyle değil.

Mesela insan; bedenden çok ruhtur bence. Histir, hissiyattır, duygudur, inançtır. Yani beden tarafı bunların üzerine yapılmış bir elbise, bir boya sadece. Ama biz boyayı asıl sanıyoruz gibi geliyor bana.

Devlet de ve tarih de böyle bence.

Biz tarih deyince genel olarak bize anlatılan yazılı bir tarihi anlıyoruz. Oysa ve bence iki tür tarihten bahsetmek gerekir; biri kitapların yazdığı bilinen, resmi olan tarih ama bir de insanların gönlüne, zihnine, kültürüne, geleneğine yazılan çoğu zaman nereden ve kimden geldiği pek bilinmeyen ama bugün bile yaptığımız, yaşadığımız, hissettiğimiz tarih. Yok yok, sözlü tarih falan demeye çalışmıyordum. Söylenmeyenden bahsediyorum aslında. Hissedilen bir şeyden bahsediyorum. Buna isim verilir mi bilmem ama eğer verilecekse belki manevi tarih falan denebilir ya da duygusal.

O manevi tarih aslında diğer resmi tarih dediğimizi tarafı da şekillendirir bence. O yönlendirir. Görünse de görünmese de yönlendirir. İstanbul’un fethi tarihi bir olaydır mesela ama İstanbul’un fethi için ecdadı buraya getiren hayal ve amaç bir de elbette bu hayali, amacı asırlardır aktaranlar işte onlar “manevi tarih” denen taraftadır. Ve o da kitaplardan okunarak öğrenilmez.

Bir kitabımda şöyle bir konuşma yazmıştım.

- “Bak şimdi Al  şu kitaplara dikkatli bak. Binlerce kitap her biri bir insanın kendinden bir parça sakladığı emanetleri gibi. Asırlarca evvel ölenleri var aralarında ama hepsi halen dahi konuşmaya devam ediyor. Sadece yazı değil bunlar. O insanların dertleri, gözleri, elleri, parmakları, hayalleri gözyaşları ve sırları aslında. Bil ki bu kitapların içinde sadece söylenmek istenenler vardır. Kitaplar biraz da istenmeyeni gizlemek, örtmek içindir.

Yani çoğu senin görmeni istediklerini gözünün önüne getirir. İstemediklerini ise yok eder. Hele ki eski vakitlerde bir şeyi kayıt altına almak için kullanılan tek aracının kitap olduğunu düşünürsek her birinde her hakikatin yazdığını düşünmek çok da akıllı bir iş olmaz. Yani tarih kitapları var olan birini yazmazsa yok eder onu. Hiç yaşamamış gibi olur asırlar sonrakiler yani bizler için. Ama bir şeyin bilinmiyor olması onun yok olduğu manasına gelmez.” 

Şimdi de durum tam bu işte. Bilmiyoruz, duymuyoruz, söylemiyorlar diye yok sanıyoruz bazı şeyleri. Ama varlar.