Bir prestij olarak ya da –mış gibi dindarlık…

Abone Ol

Uzun bir dönemdir, muhafazakâr iktidarlar döneminde çoğalan “dindarlık” ve sebepleri üzerine kafa yorulmuştur. Bu hal, “Gösteriş/riya ya da dinin çıkarlara alet edilmesi” şeklinde tanımlana geldi hep…

Fakat en son şahit olduğum ifade öyle zannediyorum ki bu “afili modern çağ”ın yapısıyla da uyum gösteriyor; “Bugün dindarlık prestijli bir şey…” İfade tam olarak bu…

Bu, duyup da öylesine geçiştireceğim bir tanımlama gibi gelmedi bana… Söyleyenin niyetini sorgulamak ya da kastını araştırmak değil buradaki mesele… Her ne için söylenmiş olursa olsun, zihnimde uyandırdığı çağrışıma da duyarsız kalamadım ve “söz”ün bana sunduğu şeyleri söyleme ihtiyacı hissettim.

Peki, neydi onlar…

Gerçek bir dindarın “prestij” derdi olabilir mi? Mesela gerçek bir Allah dostu bu dostluğunu bir sosyal statü aracı olarak kullanır mı? İslâm sadece bir vitrin aracı mıdır? Oysa Allah,kendi rızasına giden yolda riya ve gösterişi yasaklamamış mıydı?

O ne diyordu kullarına; “Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve gönül yıkmak suretiyle hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylelerinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara sûresi264)

Sağ elin verdiğinin sol elden gizlenmesini isteyen bir dine inanıyorsak eğer bu prestij arayanlar, iktidar sahiplerinin de görebileceği şekilde“dindar” şapkası da giyerek ve tabi göstere göstere malını kim ve ne uğranda harcıyor olabilirler…

Dindar görünümlü, “sûret” ile işi halletme yoluna giden bu zevatın, “sîret”ten bihaber olduğu da çok aşikar maalesef… Mensubu oldukları inancın örfünden de uzak bir duyguyla “iğreti” ya da “türedi” teklifleri seküler ağızlarından, dindar camiaya teklif edebiliyorlar… Teklif ettiklerinin gözünde nasıl bir görüntü oluşturduklarının da farkında olamadan…

İslâm inancının kendi sosyolojisi içerisinde yaşatmaya çalıştığı “zekât” müessesi elbette tartışma götürmez bir hakikattir… Hakkıyla yaşatıldığı dönemlerde de fakir ile zengin arasındaki ilişkiyi nasıl dengelediği görülmüştür…

Bana göre içinden “zekât verme” duygusu geçmeyen bir sekülere, illa da  “prestij olarak bir dindarlık” teklif etmeye gerek yoktur… Kaldı ki bir sekülerin de “prestij” için ya da en azından vicdanını rahatlatmak için harcamaya razı olduğu bir kaynağı vardır… Onu riyakâr olmaya da teşvik etmeden bu kaynağa ulaşmak da mümkündür… Zira en ufak bir sendelemede davaya zarar verenler hep bu “maskeli dindarlar”dan çıkmadı mı?  Gemiyi ilk terk edip çıkarının peşine takılanlar da onlar olmadı mı? Bugün AK Parti’nin “Gönül Belediyeciliği” mottosuyla temizlemeye çalıştığı muarızlar da bunlar değil mi?

Hayatımızdaki birçok şeyin “-mış/miş gibi” olduğu bir çağda hiç olmazsa dini vecibelerimizi tahkiki manada tutabilmek zorundayız… Karşı tarafa ulaşmanın bir yolu olarak dinin tasvip etmediğini, din adına önermekse hiç olamaz…

“Öz” olarak dindarlık dönemsel, politik ve popülist bir zihniyete alet edilemez; “moda” kılıfına sokulamaz…  Zira bu, “İktidar değiştiğinde veya güç el değiştirdiğinde prestijli olanın ona göre değişeceği” gerçeğini de içinde barındırır… Oysa hakiki dindarlık, popülizmden uzak, samimi ve ebedidir…

İslâm’ı seçenler ya da yaşayanlar onun ruhuna meftundur; bu ruhun görüntüye yansıttığı bir gerçek olsa da… Fakat bu, dindarın özellikle yansıtmaya çalıştığı bencil ve tasarlanmış görüntü değildir; doğal, edepli ve ahlaklı olmanın dışında… İslâm, ebedi bir şeref, izzet, onur, haysiyet kaynağıdır bu hakikat nasiplisi tarafından görülür ama yaşayanı tarafından göze sokulmaz…