Bir parça felsefe ve tarihin sonu

Abone Ol

Söz konusu İsrail ve onun iş birlikçisi Evanjelikler olunca son dönemlerde çokça gündeme gelen şeylerden biri de tarihin sonu ve onu gerçekleştirecek olan son savaş inançları oldu.

ABD ve İsrail’in en önemli motivasyon kaynağının bu inançlar olduğunu gösteren çok açık ifadeleri, her iki tarafın üst düzey isimlerinden duyduk.

Bu noktada sadece Foucault’dan bildiklerimiz değil, Francis Fukuyama’nın meşhur çalışması da tarihin ve insanın sonuna dair kötü bir ütopya üretir.

Fakat Hans-Georg Gadamer bu tezleri ilk anlamındaki “ilke” teziyle çok muğlak bir zemine itiyor.

O, “Zamanın başlangıcı yoktur; çünkü ilk olarak varsaydığımız an, kaçınılmaz olarak bir başka, daha erken bir anı düşünmemize neden olur. Başlangıcın bu diyalektiğinden de kaçış yoktur” der.

Ve nihayetinde başlangıç tayin edemediğimiz bir şeye bir “son” da tayin edemeyiz.

Tarihin ya da zamanın başlangıcı yoksa sonu da yoktur ve olmayacaktır; tarihten kasıt kayıtlı olan değilse tabii.

Öyle ya bir ana “son” diyebiliyorsak, başladığı yeri bildiğimizi de zımnen ima ederiz.

Bir okulu bitirdiğimizi söylediğimizde onun ne zaman başladığını bildiğimiz gibi.   

Bu çok açık ilke bile Fukuyama’nın tezini sarsmaya ve muğlak bir alana itmeye yeterli değil mi?

Batı düşüncesi önemli başka konularda da bir “son” tayin etmenin zaafına kapıldı.

Bunlardan biri de aydınlanma ile başlattıkları “metafiziğin” dolayısıyla da “tanrının sonu” fikriydi.

Fakat bu fikrin de artık iflas ettiğini Gazze örneğinde çok açık olarak görmüş olduk.

Zira referans alınan dinî kaynaklar, Batı’nın inanç kodlarında hâlâ çok güçlü olarak yaşamaya devam ediyor.

“İnsanın sonu” ya da “son insan” fikri de hakikatle bağdaşmayacak bir şey.

Zira bu noktada kendilerine bile hayat hakkı tanımadıkları bir “zafer” beklentisi için neden savaştıklarının izahı gerekir.

Ve elbette tanımladıkları “insan”a dair de bir başlangıç tayin etmeliler.

Zira Batı fikrindeki “kast”lar insanı tek bir sınıfta ele almadığı gibi “hayvan” mertebesinde gördükleri bile var.

Onun için de şu soruyu sormak gerekiyor: Hangi insanın sonu?

Öyle anlaşılıyor ki, kendisini “tek medeni” olarak gören Batılı, yaşama hakkına sahip tek insan olarak da kendini görmektedir ve “öteki insan” için de bir “son” hazırlamaktadır.

Genelden ziyade kategorilere bir “başlangıç” ve “son” tayin etmek daha kolay olacağı için Batı da bu tasnifte “Müslüman öteki” için bir “son” hayali kurmaktadır.

İslam coğrafyasının farkında olması gereken en temel gerçek işte budur.

Müslümanlar da onların tarihleri de bütün ilahi yasalara tabidir ve Batı’nın bunu değiştirme kudreti yoktur.

Er ya da geç, Batı da bunu öğrenecek -ya da öğretilecek- ve bu hakikate ram olacaktır.

Batı ile Doğu arasında derin bir kırılmanın yaşandığı Gazze, bakalım daha hangi maskeleri düşürecek...