One Minute” olayı yaşandığında, yani bir dönem kapanıp yeni bir dönem açıldığında ben de Gazze’deydim. Savaş yeni bitmiş, ateşkes ilan edilmişti. Gazze büyük bir sükût içinde şehitlerinin yasını tutuyor, ağır bombardıman nedeniyle yıkılan evlerden kalma molozlar toplanıyordu. Savaş esnasında dünyanın dört bir yanından gelen aktivist ve gazetecilerle birlikte Şifa Hastanesi’nde yerlere serilen yataklarda yatmıştık. Bizim oda Türklerle doluydu. Yan tarafımızdaki oda Sudanlılar, öbür taraftaki oda ise Mısırlılarla. Şifa Hastanesi’nde kalanlar bu şekilde uzayıp gidiyor, adeta Ümmet-i Muhammed’i temsilen her ülkeden birileri Gazze’de bulunuyordu. Savaş biter bitmez Gazzeliler bizi hastaneden alıp Gazze’nin en güzel evlerinde misafir etmeye başladı. O durumda bile misafirperverliklerinden taviz vermiyor, bizi rahat ettirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
“One Minute” yaşandığı gece ise, ilk olarak büyük bir gürültüyle uyandım. Gündüz yorgun düştüğüm için o gün erkenden yatmıştım. Dışarıdan sesler geliyordu ve ben evde yalnızdım. Kendi kendime “İsrail galiba tekrar Gazze’yi bombalamaya başladı” diyerek, bulunduğumuz apartmanı acilen terk etmek için harekete geçtim. Bir taraftan da 7-8 katlı apartmana bomba atarlarsa buradan çıkana kadar kesin moloz yığınları arasında kalırım, diye düşünüyordum. Asansördeyken de her an üzerimize atılacak bombaları bekliyordum. Çünkü gürültü çok yakından geliyordu. Sonunda kendimi apartmandan dışarı attım. Dışarı çıkar çıkmaz Gazzelilerin büyük bir sevinç içinde arabalarıyla tur attıklarını gördüm. Ellerinde ise Türk bayrakları ve Erdoğan’ın resimleri vardı. Gazze bu sefer İsrail uçaklarının attığı bombalar nedeniyle değil; sevinç ve mutluluktan yıkılıyordu.
Ben ise hâlâ neler olup bittiğini anlayamamıştım. Ellerinde Türk bayraklarıyla tur atan Gazzelilerden birinin arabasını durdurup “neler oluyor kardeşim?” diye sordum. Gazzeli bir genç, “Türkler, İsrail’e haddini bildirdi, Erdoğan, Perez’i mahvetti” dedi. Bunun üzerine haberleri seyredebileceğim bir yer aramaya başladım. El Cezire üst üste Davos’ta yaşananları gösteriyordu. Davos’ta yaşananları seyreden Gazzeliler, her seferinde daha da keyifleniyorlardı.
Ben ise adeta Gazze’de Tayyip Erdoğan adına tebrikleri kabul etmekle meşguldüm. Acayip gurur ve mutluluk verici bir durumdu. Hayatımın en güzel, en anlamlı gecelerinden biriydi. O gece artık eski Adem değildim. Artık zalimlere kafa tutan, mazlumların sahipsiz olmadığını dünyaya öğreten bir ülkenin vatandaşı olan Adem’dim…
Daha sonra tekrar Gazze’de kaldığımız eve dönüp bu sefer de Türk kanallarını seyre koyuldum. Aman Allah’ım! Bizim medyamızda adeta bambaşka bir dünya vardı. Ekseriyet yandık, bittik, kül olduk edebiyatı yapıyordu. Utanç verici bir durumdu. Öfkelendim. Hatta hiç âdetim olmamasına rağmen o gece ağzımdan birkaç kötü kelam da dökülüverdi. Sonra televizyondan uzaklaşarak pencereden Gazze’yi seyretmeye, One Minute’ın bereketiyle yaşanacakları hayal etmeye başladım. Çünkü Türk kanallarını seyretmeye devam etseydim bu güzel gecenin tadını bile çıkaramayacaktım. Oysa o gecenin tadını doya doya çıkarmak istiyordum.
Sınırımızı ihlal eden Rus uçağı, pilotlarımız tarafından düşürüldükten sonra birtakım gazeteci ve yazarların attıkları nutuklar bana tekrar One Minute gecesini hatırlattı. Bu malum koroya bir de bizim bazı ezik İslamcılar da katılmıştı. Ümmet-i Muhammed sevinçten bayram yaparken, mazlumlar şükür secdelerine kapanırken, bizim ezikler komplo teorileri kurmakla, çok akıllı ve derin, ufku gören(!) adamlar olduklarını ispatlamakla meşgullerdi.
Türkiye savaşa girecek diyerek, panik havası oluşturmaya çalışanlara buradan iki laf etmek istiyorum. Eğer Kudüs, Kahire savaştaysa; Humus, Şam, Halep, Türkmen Dağı savaşa girdiyse, Türkiye de savaşa girmiş demektir. Biz zaten uzun zamandır bir büyük savaşın içindeyiz. Mazlumlar ile zalimlerin, diktatörler ile hürriyet âşıklarının savaşında bence siz de bir an önce safınızı, tarafınızı alın. Çünkü böyle durumlarda taraf olmayan bertaraf olur.